Yollar güller açarken,
Sözler gözlere destan yazıyormuş Havsâ'm.
Uzun zaman sonra açınca anladım.
Uzun zaman ilk defa seninle gözlerimi açtım.
Şimdi açsam yüreğimi, koysam önüne,
Hangi yaranın hangi merhemi,
Bulunur mu, söyle.
Ah bu zaman tünelinden geçen yolcu!
Ne kadar da çabuk geçiyordu,
Uzun vâdeli tuttuğumuz söz diyarları.
Ne kadar da çabuk geçiyor,
Sevdiğimiz saatlerin saniye durakları.
Yankılara kulak asmalı bu yollar.
Her ıslık bir haykırış sunmalı.
Sunmalı ki kendini bulabilsin.
Sunmalı ki bu yolların mükâfâtını alabilsin.
Sessizlik fırsattır Havsâ'm.
Fıtrata boyun eğmeyen neyler karanlığın rengini.
Güzeller içinde bir vefâ vardır.
Vefâlı olana meyleder karanlığın dengi.
Gönlümün gördüğü hiçbir şeyden vazgeçmem.
Gönlümün duyduğu sesi duymamazlıktan gelemem.
Sesler fısıldıyor her vakit Havsâ'm,
Bir uğultu yükseliyor duvarlardan.
Gönlümün gördüğü destanlardan da vazgeçemem.
Bana yazılırken bu alın yazım,
Nasıl baş kaldırayım vicdânım!
Topraktan altın bir kemer bağlandı dudaklarıma.
Suskunluğum bundan.
Derdimin dermanı olandan.
Bir zincir vurulmuş bedenime Havsâ'm.
Bir yere bağlı tecerrût etmekteyim.
Sıfatlar anlatır biten zamanın ömrüne,
Ve anlamamızı sağlar bu sevmeler niye?
Tecerrût etmem senden.
Senin bana sunduğun gönül pervezinden.
Anılar tutsaktır evrene,
Ve evren hayrandır buluştuğu tecrübeye.
İşte vâr olmanın en güzel yanı da bu.
Aklın yoksul kaldığı bir dîvan yurdu...