Yılların ardından komplike bir karakteristik geliştiren insan olarak, bireysel ya da toplumsal alanda gelişmemiş olduğunu fark edebilmek... Varoluşun verdiği o acı hissi, ruhun sıkışıp kaldığı bedeni algılayabilmesi kadar büyük bir melanet... Kendini ortaya koyamayışın verdiği o yoksunluk hissiyle birlikte... Anlamsız ve yarım bırakılamayan o gündelik sözlerde bile... Kimliğimizi açığa çıkarabilecek kadar kendimizde değiliz. Bazen farkındalık ortadadır, kimsenin olmadığı zamanlarda Tanrı ile sohbet etmek gibidir seyre mukabil bir durum üzere. Yine o anlarda dünyanın zaman algısından, ulusal ya da yerel saatler umrunda olmadan, yapman gereken ve şahsına dayatılanları gözardı edecek kadar, insanları o yüzeysel ifadelerinden ayırt edip onların aslını görene kadar... Topluma uymadan verilen kararlara dek, hiçbir şeyi rutine bağlamadığımız anlar kadar yaşama dair kılmak gerek ömrü. Hayata dair o sistematik ve tekdüze prensiplere sığınmadığımız zaman kendimizi bir gölün kenarında saykedelik ya da meditasyon hâlinde dostâne insanlarla birlikte bulabilmek için bile ayinesi kayıptır insanın... Kimliğimiz kimin için delil taşır yaşama?