Bundan birkaç yıl önce sahip olduğumda mutlu olacağım her şeyi elde ettim. İyi bir dost, bazı kitaplar, bazı koşullar ve bazı hedefler. Hatta karşılaşmak istediğim ölümle de yakınım sayesinde karşılaştım. Ne sevinebildiğim ne de üzülebildiğim bir an olmadı. Hissizleşiyorum toplumsal ödevlerime. Sanki hüzün bile toplumsal bir gerek gibi, olmasa da varmış gibi davranıyoruz bir şekilde. Elde etmediğim tek şey mesleğim,
Ama benim için gelecek bir anlam ifade etmiyor ki. Dün de öyle...
Şimdi anlamsız geçiyor toplumsal sebeplerden, o da diğer zamanlarla iç içe...
Ve yarın bile umrumda değil. İdeallerim bile umrumda değil.
Tüm değerlerimi kaybediyorum. Siz ona ne diyorsunuz?
Bir tanıdığım (kardeş) gibi zoraki duygusal yüklenimler sonucu ortaya çıkan o asil sorumluluklar mı? İçi boş bir kutu gibi...
İstediği an öfkelenen o dramatik düzenbazlar gibi...
Ne büyük bir kederle yıllanmış ki zihnim, yüreklerde kasvet gizli.
Hâlâ bir derdim dünya, diğeri benim dünyam gibi mi?
Hayır, bir ayağımı dünyadan çektim, diğeri dünyamdan düşmüş gibi.
Ben şimdi nerede miyim?
Göksel mezarlığımda,
Maji ve divinasyon eşliğinde coşkunluğu temenni eden bir imajineyim,
Hayal ürünüyüm alemde.
Tanrı beni lütfetmiş kendime.
Ben bilememişim kendimi, bilemeyecek gibiyim böylece.
Sözüm kendime, ne bu surat ifadeleri çehrelerde?
Bir değil, bin kez de yekpare olsa bu aciz bedenim.
Yine ruhumu kimsenin görmediği duvarlara resmederim.