Bu sabah, diğer sabahlara nazaran erken kalkmıştı. Çünkü yolculuk ve feth etmesi gereken Trabzon vardı.
Dün geceden hazırladığı kıyafetleri giymiş, Alina ve Lotus ile evde vedalaşmıştı. Babası ve Yankı ile havaalanına gelmişti.
İlk defa evden bu kadar uzun süre ayrılacaktı, ama geri döndüğünde eski İlkim olmayacaktı. Daha güçlü, daha sağlam ve babasının da dediği gibi 'Kendi ayakları üstün de duran.'
Yankı kardeşine sarılırken, "Ne olursa olsun ara beni, her zaman yanındayım." dedi.
"Ay Yankı! Orada rahat bırak bari." dedi nisbet yaparak. Her ikisi de bu söylemlerin bir şakadan ibaret olduğunu biliyordu.
Yankı'dan ayrıldıktan sonra babasına sarıldı sıkıca. "Canın ne zaman isterse gel, hiç bir şeyi yapmak için mecbur değilsin." diyerek başından öpmüştü babası. Ne olursa olsun kıyamıyordu biricik kızına.
"İkinizde kendinize gelin! Ben, Asiye İlkim Akçay'ım. Neler başardığımı biliyorsunuz, Trabzon bana ne yapabilir?" diye kendinden emin konuştu. Biraz olsun ardında kalanların yüreğini rahatlatmak istiyordu.
Doğruları söylemek gerekirse, İlkim de korkuyordu. Dün gece internetten yaptığı araştırmalara göre; doğasının güzel olduğu kadar, insanları asabi ve olur olmadık şeylere sinirlendiklerini öğrenmişti. Biraz ürkmek onun da hakkıydı.
Valizlerini bantlara bırakarak sırt çantasının askılarından tuttu. Dün gece aldığı bir başka karar ile sıfırdan başlayacaktı. Bu yüzden babasının üstün konforlu uçağından feragat ederek kendine bilet almıştı.
Vakit geldiğinde son kez hayatının erkeklerine gülerek el salladı. İçindeki garip hüzünle uçağa binmek için gerekli kontrollerden geçti. Yerine oturarak, telefonunu uçak moduna aldı ve dün indirdiği resimlere bakmaya başladı.
Bu arada pilot da o tuhaf ve oldukça havalı çıkan sesiyle anonsu yapmıştı. Telefonunu kenara koyarak kalkışı bekledi.
Kalkışın ardından kemerini çözdükten sonra telefonundan Trabzon'un hayran bırakan yerlerine bakmaya devam etti. Yemyeşil ormanları ve masmavi denizi insana adeta, 'Bende hayat var.' diyordu. Bu çekime kapılmak çok olağandı.
Dün gece Yankı'nın ona attığı mesaja baktı yeniden. Onu Mehmet amcanın oğlu almaya gelecekti, adı Toprak'tı. Çalışacağı yer ise limandı. Tersaneye işi olmadıkça gitmeyecekti. İşte buna çok sevinmişti. Sonuçta denizin kızıydı o.
İniş anonsundan sonra dağıttığı eşyalarını toplayarak tekrar kemerini taktı.
Kontrollerden geçtikten sonra, tekrar bantların orada valizlerini beklemeye başladı.
3 valizini de alarak, kapıya çıktı. İşte Trabzon'daydı. Beresini düzelterek, kafasını yukarıya kaldırdı. Sert havayı ciğerlerine çekerken gözlerini kapattı. İşte şimdi yepyeni bir hayata ilk adımını atmıştı.
Soğuk hava tenine işlerken, ''Merhaba.'' diyen sese karşın gözlerini açtı. Karşısında gördüğü esmer çocuk elini uzatarak, ''Ben Toprak. Seni karşılama görevi bana düştü.'' dedi. "Merhaba. Ben de İlkim." derken uzatılan eli sıkarak gülümsedi.
Toprak, centilmenlik yaparak İlkim'in valizlerinden ikisini eline alıp, sanki her zaman burada dolaşıyormuş gibi bildiği yoldan ilerlerken, İlkim'de kalan valizini eline alarak onu takip ediyordu.
'Demek ki google amcanın da yanlış bildiği şeyler varmış.' diye düşünmeden edememişti. Mesela insanları hiç asabi değildi. Kısa süre sonra siyah Duster marka bir arabanın önüne geldiklerinde, cebinden anahtarı çıkartarak kapıları açtı Toprak.
İlkim'in ise gözleri plakaya kayınca yüzünde ki gülümseme büyüdü. Onların plakalarında Akçay anlamına gelen AKY varken, Toprak'ın plakası LD idi. Bu harfler ne Toprak'ın isminde ne de soy ismin de vardı. Demek ki abartıldığı kadar egolu insanlar değillerdi. Hemen hemen önyargıları yıkılmış, hatta bu yüzden içten içe kendine sitem etmişti.
İlkim arabaya bindikten sonra, Toprak'da bindi. "Evet İlkim, öncelikle teşekkür ederim, eğer gelmeseydin abim ile limana gidecektim. İkinci bir konu ise, babamın söylediğine göre aynı yaştayız, o yüzden hiç resmiyete girerek hanım ya da bir başka şey söyleyemem, sen de direk Toprak de. Sorun varsa sorabilirsin." diye konuştu Toprak. Yüzünde ki gülümseme genişledi. 6 ay çok kolay geçerdi böyle insanlarla.
"Memnun oldum Toprak, sorun yok istediğini diyebilirsin. Şuan soracağım bir konu da yok, sadece nereye gidiyoruz?" diye sordu. Ne kadar rahat gözükse de içinde ki kasvetli hava devam ediyordu.
"Eve bırakacağım seni" diyen Toprak'a dönerek "Hayır, direk Limana gidelim, neler olduğunu bilmem lazım" diye cevap vermişti. Toprak, İlkim'e bakarak, "Bu hevesini kırmak istemem ama onlar çoktan açıldı ve o ayakkabılar ile Limanda yürüyemezsin" dedi gülerek. "Olsun değiştiririm, hem belgeleri kontrol etmek için eminim ki bir ofis vardır." diye karşılık verdi İlkim.
Toprak kafasını salladı. İlkim kafasını camdan dışarıya çevirerek görünen denize baktı, uçsuz bucaksız Karadeniz'e.
Toprak tekrar lafa girerek "Ev şehire uzak, kumluk Sürmene de balık yemlemeye gitmek için de Yomra'ya geçerler. Seni Sürmene'ye bırakayım. Hem abim ile de tanışırsın, sen onla çalışacaksın." dedi. İlkim heyecanlanmıştı, ilk günden babasının yüzünü kara çıkartmak istemiyordu.
"Peki, söylediklerin için teşekkür ederim. Valizlerimi sen otele bırakır mısın?" diye sordu. Ona garip bakışlar gönderek Toprak ile içine bir kuşgu düşmüştü. Yanlış bir şey söylediğini düşünmüyordu. "Otel?" diye sordu Toprak.
"Yeni geldim ve bir ev daha ayarlamadım. O yüzden bir otel de yer ayırttım." diye açıklama gereksinimi duymuştu.
Bu sefer Toprak gülerek "İptal edebilirsin, biz de kalacaksın. Evin hazır valizlerini de bırakırım ama Limana girmeden ayakkabıları değiş istersen?" diye karşılık vermişti.
"Toprak, teşekkür ederim ama böyle bir şeye gerek yok. Ev bulana kadar otel de kalabilirim" dedi İlkim, bu arada Toprak'ta arabayı sağa çekti. "Benim elim de olan bir şey değil, Mehmet kaptan öyle istiyor. Bagaj kapısı açık" dedi İlkim'e.
Bu konuyu Mehmet bey ile konuşmalıydı. Arabadan inerek, düz taban botlarımı giyindi, yanına hırkasınıı aldı 'Soğuk olursa, montumun altından giyebilirim.' diye düşünmüştü.
Yerine oturduktan kısa bir süre sonra kumluğa gelmiştiler. Etrafta ki yosun kokusu Trabzon'da olduğunu gayet belli ediyordu.
Soğukluk içine işlerken Toprak'da arabadan inerek yanına geldi. Garip gözlerle bakanları saymasına gerek var mıydı?
Ofise girdikten sonra yüzüne vuran sıcak hava mutlu olmasına yetmişti. "Evet miço İlkim, burada çalışacaksın kaptan, abim Pusat" diyen Toprak'a baktı. Kabanını çıkartarak "Nasıl tanıyabilirim onu?" diye soru yöneltti. Toprak gülerek "O kendini tanıtır sen hiç merak etme. Kolay gelsin" diyerek çıktı.
İlk iş günü ve İlkim mutluluktan ne yapacağımı şaşırmıştı. Artık burada çalışıyordu ve dosyaları karıştırmakta bir sakınca görmemişti.
Öğleye kadar bir çok yeri karıştırmış ve gerekli bir çok dosyayı bulmuştu. Mesela Gürmanoğlları'nın 5 gemisi vardı. İkisi Sürmene de kumlukta iş yaparken, ikisi Yomra da balık kafesin de görevliydi. Kalan bir tanesi de Pusat Gürmanoğlu'nun emrindeydi. Limanda ki kafeslerin, balıkların, yemlerin ve diğer her şeyin belgeleri tamdı.
Yemek yeme zamanım geldiğini belli eden karınını duymazdan gelemezdi, sabah da fazla bir şey yememişti. Kapının tıktıklanması ile iyice şaşkına döndü. "Gel" deyince yirmili yaşların başın da bir çocuk elin de bir tepsi ile içeriye girdi.
"Kusura bakma abla rahatsız ettim ama yemek getirdim. Baktım senin çıkacağın yok ben getireyim dedim." diyerek güldü. Ben de gülerek "Teşekkür ederim ben İlkim" diye karşılık vererek, elini uzattı.
Efe, İlkim'in elini tutarak "Memnun oldum abla, bende Efe burada bir şeye ihtiyacın olursa kapıyı açıp seslenmen yeter, çay falan istersen." deyince, İlkim gülerek "Teşekkür ederim Efe." dedi tekrar.
Elindekileri masaya bırakarak çıktı Efe. Yemeklerin kapaklarını açınca tabi ki balık tahmin etmişti, hemde hamsi.
Yemeği yedikten sonra portatif tabakları bir araya toplayarak dışarıya çıktı. Hava zaten soğuktu, deniz kenarın da olduğukları için daha da soğuktu.
Efe koşarak yanına gelerek, "Kusura bakma abla unuttum, burada ilk defa birisi kalıyor da." deyince, İlkim gülerek, "Önemli değil ablacım ben atarım onları, sen bana çay getirir misin?" diye sordu kibarca, "Tabi abla nasıl olsun?" diye sordu Efe.
"Açık ve şekersiz" dedi İlkim, Efe kafa sallayarak yanından ayrıldı. Çöpleri kenarda ki konteynıra atarak denize baktı. 2 gemi vardı 3.sü nokta gibi duruyordu miyop olan birisi gemi olduğunu anlayamazdı.
Tekrar masaya oturarak, dosyalara bakmaya devam etti. Bu ara da Efe çayı getirmişti. Teşekkür ederek onu yolladı.
Akşam olmak üzereydi burası daha Doğu'da olduğu için hava erken kararmaya başlamıştı.
Eline başka bir dosya aldığın da bu dosya da çalışanlara ait bilgiler olduğunu anlamıştı. Bir hevesle açınca ilk önüne Pusat Gürmanoğlu'nun sayfası gelmişti.
Fotoğrafına bakınca Pusat'ın gözlerin de takılı kalmıştı, şuan İlkim'e Karadeniz'in yeşilini anlat deseler hiç düşünmeden Pusat Gürmanoğlu'nun gözleri derdi, Karadeniz'in havasını anlat deseler bakışları derdi, Karadeniz gibi soğuk ve puslu. Kirli sakalları ve asice önüne düşen saçları ile kendine has havası vardı Pusat Gürmanoğlu'nun.
Pusat Gürmanoğlu. Acaba adının anlamı neydi, tabi ki de merakına yenik düşerek googlu amcadan bakmıştı. 'Silah, her türlü silahın ortak adı' demekmiş, adının hakkını sadece bakışları bile veriyordu.
Lise 3.sınıfta okulu bırakmış ama kocaman Limanda kaptanlık yapıyordu 'Bu nasıl bir saçmalık' diye düşündü.
Kapının birden açılması ile Efe'nin yere düşmesi bir oldu. Elini yukarıya kaldırarak "Abi bak vallahi yanlış anladın..." diye açıklama yapıyordu. Lâkin kapıdan giren heybetli beden "Ne yanlışı lan ne yanlışı!" Diye bağırmamış adeta kükremişti
Evet gelen Pusat Gürmanoğlu'nun ta kendisi idi. Efe'nin yakasından tutarak ayağa kaldırıp, duvara yasladı. "Aslanım benim, koçum. Sen bugün liseye gittin mi? Gitmedin mi?" Efe ellerini kaldırarak, "Gittim ama..." sözünü yine Pusat bölmüştü.
"Ne aması lan, ben sana gitmeyeceksin demedim mi?" Diye bağırınca İlkim Efe'nin önüne geçti. "Beyefendi çocuğu bırakır mısınız?" Diye sordu.
Pusat, İlkim'e bakarak; "Ne çocuğu kazık kadar adam" diyerek Efe'ye döndü. Sonra tekrar İlkim'e dönerek "Sen kimsin? Ne işin var burda?" Diye sormuştu. Biliyordu aslın da kim olduğunu ama istemiyordu.
İlkim içinden 'Hah ne kadar da kibar Trabzon Beyefendisi!' diye geçirdi.
"İlkim ben" dedi sakin olmaya çalışarak ama bu adam sinirlerini zıplatmaya yemin etmişti sanki.
"Banane kimin ilkiysen ilkisin. Adın ne?" diye sordu Pusat. İlkim'in çıldırmasına ramak kalmıştı. Kendi kendini telkin ediyordu. 'Yapabilirsin, daha ilk günden kavga falan olmayacak İlkim sakin ol'
İlkim tekrar söze girerek, "Beyefendi adım İlkim hani burda çalışmaya başladım." dedi onu anlamasını umarak. Pusat, Efe'yi bırakarak "Bu burada bitmedi, konuşacağız bu konuyu" dedi. Efe adeta kaçarcasına dışarıya çıkmıştı.
"Nüfus kağıdını göster" deyince, İlkim gözlerini açarak "Pardon?" diye sordu. Ama Pusat, "Ben anlamam o işlerden göster ya da git işim gücüm var benim." diye yanıt vermişti.
'Sakin ol İlkim, sakin ol sadece nüfus kağıdını göstereceksin, ilk günden gerilmeye gerek yok.' diye kendini telkin ederek nüfus cüzdanını çantasından çıkartarak Pusat'a uzattı.
"E kızım senin adın Asiye'ymiş, ne İlkim diysin" dedi Pusat. Bilerek şive yapıyordu. Bu kızı erkenden göndermesi gerekiyordu. İlkim derin bir nefes alarak, "Adım İlkim! Asiye ismini sevmiyorum ve kullanmıyorum." dedi. Pusat bunu duyunca sevinçten dört köşe olmuştu, "O bana galmamış, kütükte Asiye yazay" diye cevap vermişti.
Pusat cebinden telefonunu çıkartarak birisini aradı. Telefon açılınca "Selamun Aleyküm baba, senin misafirin adı nedir?" diye sordu. İlkim yine kendi düşüncelerinin içinde 'Ay yok Toprak ne kadar kibar ise Pusat bir o kadar yontulmamış kazık.' diye geçirdi.
"Tamam baba gelmiş, bizde çıkarız şimdi var mı eksik bir şey?" diye sordu Pusat. İlkim, onu dinlemek yerine masaya giderek dağıttığı dosyaları tekrar topladı.
Eline işçilerin dosyası gelince, onu bilerek masanın üstünde bıraktı. "Haydi da hazırsan çıkalım" diyen Pusat'a, göz devirip dışarıya çıktı.
Ilkim'den sonra Pusat'da çıkınca Mercedes X Serisi PickUp markalı arabanın yanına gitti. İlkim arabaları Yankı sayesinde ezberlemişti. Bir Alina'ya bir de arabalara hastaydı Yankı.
Pusat Asiye'yi sınır edeceğini bilerek "La hayde davetiye mi beklisın?" diye bağırmıştı. Etrafta ki insanlar da İlkim' bakınca hemen yanına gitti. "Beyefendi neden bağırıyorsunuz? Normal konuşsanız da sizi duyabilirim!" diye yüzüne doğru tıslamıştı Asiye.
"Bak bana beyefendi falan deme ben anlamam o işlerden adım Pusat benim." demişti Pusat.
İlkim 'Bu adam 2 dakika da Türkçe'yi katletti, ben 6 ay nasıl dayanayım.' diye düşünerek ofladı.
Arabaya binince, Pusat bir şey demeden yola çıktı. Hava kararmıştı, bir fırının önün de durunca, el fenerini çekti. Pusat, İlkim'e dönerek "Bişey istimisin?" diye sormuştu
İlkim tebessüm ederek "Teşekkürler" dedi. İlk defa yabancı bir erkek onun kararını sormuştu. Pusat bu dediğini anlamayarak, "Kızım sana soruyorum, istimisin?" demişti İlkim'in çıldırmasına ramak kalmıştı.
"Hayır beyefendi istemiyorum, sorduğunuz için teşekkürler." dedi İlkim. Arabadan indi bu Pusat. İlkim 'Bu adam beni deli eder' diye geçirdi içinden.
"Yok İlkim, bu sefer pes etmeyeceksin! Bak 181 günden 1 gün gitti kalan 180 gün. Ondan da hafta sonlarını, tatilleri falan çıkarırsan fazla bir şey kalmıyor." diye kendi kendine konuşuyordu.
İlkim gelmeden önce ne kadar kalacağını hesaplamıştı ve sadece 181 güncük idi. Emindi ki göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi bu zaman.
Pusat arabaya binince kemerini takmamıştı. "Neden kemerinizi takmıyorsunuz?" diye sordu İlkim. Pusat, İlkim'e bakmadan yola bakarak, "Takmadan araba sürilmi mi?" diye cevap verdi.
Bu adam İlkim'e inat mı böyle konuşuyordu? Tamam şive yapabilirdi de Türkçe bitmişti resmen.
Pusat kızın sinirden deli olduğuna adı kadar emindi. Bu kızın gitmesi fazla sürmezdi. Pusat içinden 'Nerde görülmüş bir kızın o kadar erkeğin arasında durduğu' diye geçirmişti. Bilmiyordu ki Asiye'nin inadını kinini.
Köy gibi bir yerdeydiler İlkim'e göre yaklaşık 7 dakikadır falan yoldaydılar. Araba da yüksek bir ses yankılanınca telefonun çaldığını anlamışlardı. "Yengem" yazıyordu.
"He yenge" diyerek açmıştı telefonu Pusat. 'Allah'ım çıldıracağım' diye geçirdi İlkim içinden.
"Amca benim..." diyen ufaklık ile adeta bütün siniri uçmuştu İlkim'in. Lotus aklına gelmişti, eve gidince aramayı aklına etti aklına.
"...Toprak amcamla maç yaparken, topumu fındıklığa attı. Bulamıyoruz da. Eğer sen çarşıdaysan yeni top alır mısın?" diye sormuştu. İlkim bu konuşmayı çok iyi biliyordu. Lotus'da bir şey isteyeceği zaman böyle cana yakın davranırdı.
Pusat, arabayı durdurarak "Alırım tabi aslanım ne renk istersin?" diye sordu. "Aslan amcam benim. Mavi alır mısın?" diye sordu.
İlkim şaşırarak Pusat'a döndü. Yontulmamış odun, bir çocukla çocuk oluyordu.
"Tamam aslanım alırım. Ver bakayım annene bir şey eksik mi diye sorayım" dedi, Pusat. İlkim içinden 'Belki de sadece yabancılara karşı soğuk davranıyordu.'
Telefonda ki çocuk "Anneee amcam seni çağırıyor." diyerek telefonu birine vermişti. "Efendim Pusat" diyen bir kadın sesi duyuldu bu sefer arabada. Hala duruyorlardı. "Yenge gelirim bir şey lazım mı?" diye sordu.
İlkim az önce ki düşüncesini geri aldı. Bu adam herkeze karşı böyle idi. "Yok yengem gelin, eve geldiyseniz de topu bırakın. Yemeğe bekliyoruz sizi." dedi sevecen bir tavırla.
"Tamam yenge geliriz şimdi, haydi görüşürüz." diyerek kapattı telefonu Pusat. Arabayı tekrar çalıştırdığın da dar yoldan dönmek için manevra yapacaktı ki, İlkim'in tiz sesi ortama dağılmıştı.
"Dur lütfen" diye bağırmıştı İlkim. "La noli?" diye sordu Pusat. İlkim korkmuştu, Pusat yüzünden anladı. "Buradan dönme çok dar yol, ya bir şey olursa." dedi. Pusat gülerek "Benim çocukluğum bu yollar da geçti. Düşecek olursak da Allah yardımcımız olsun." diyerek bildiğini okumaya devam etti.
"Durdur arabayı ineceğim ben" diyen Asiye'yi duymazdan gelen Pusat güldü. Korkmuş muydu? Ölüm illaki gelecekti. Pusat'a göre önceden prova yapılmalıydı ve İlkim'in provası da buydu.
"Durdur dedim sana ya durdur şu lanet arabayı!" diye bağıran İlkim'e bir şey demeden arabayı döndürerek, geldikleri yolu geri gitmeye başladılar.
"Ne korkaysın kızım oldu bitti işte" diyen Pusat'ın yüzüne İlkim "Deli'sin sen tedavi olman lazım!" diye bağırmıştı tekrardan.
Araların da geçen sessizlik ile çarşıya inip, topu aldıktan sonra geri döndüler. Asiye korkuyu iliklerine kadar yaşamıştı.
Ölmekten korkmuyordu ki o. Babasını kardeşini son kez görememekten korkuyordu. Peki Pusat bunu biliyor muydu?
Geldikleri yer köy yeriydi. Pusat bir evin önün de durunca Asiye'ye bakarak "Hayde in" dedi. Asiye, Pusat'ın yüzüne bakmadan arabadan indi.
3 katlı bir apartmandı burası kapıda 'Gürmanoğlu Evleri' yazıyordu. O bir Gürmanoğlu değildi burda kalması saçma olurdu zaten.
Apartmana girdikten sonra 1.kata çıktı. "Demek hanımefendi için daire temizlediğimiz yetmedi! Bir de yemekte servis yapacağım öyle mi? İlkim hanım koyamıyor mu kendi yemeğini?" diye bağıran birini beklemiyordu.
İstenmiyordu işte burada neden kalsın ki? En acil zaman da gitmeliydi buradan.
İçerde ki kişi sanki bütün sinirini İlkim'den çıkartmak istiyordu, "Annesinin evin de görüyor mu öyle hizmet. Ama o prenses çatalların bile nerde durduğunu bilmez. Anası sokmaz onu mutfaktan içeriye!" deyince İlkim için bardak taşmıştı.
Ağzından ilk hıçkırık kaçmıştı bile. Biliyordu şimdi ağlama krizleri başlayacaktı, Yankı da yoktu yanın da.
Pusat'da duymuştu, önünde ki kızın iki dudağının arasından kaçan hıçkırığı bile. Tamam onu gönderecekti ama kalbini kırarak değil. Hem dedesi ne derdi 'Kalp kırmak kabe yıkmak gibidir' diye.
"Irmak" diye bağırdı Pusat. Şimdi evin içindekiler de anlamıştı olanları. Gelen misafir her şeyi duymuştu. Mehmet bey yüzünde ki hayal kırıklığı ile baktı Irmak'a.
Pusat hızlı hızlı merdivenlerden yukarıya çıkarken, İlkim bir şey yapacağını anlayarak "Bir şey deme. Ben nerde kalacağım?" diye sordu. Gözyaşları yeni evlerine gitmek için yola çıkmak istiyordu.
Burada ağlayamazdı özellikle de Pusat'ın karşısın da. Pusat, Asiye'ye bakınca anlamıştı ağlayacağını, "İşime karışma!" diyerek Asiye'yi geçti.
Asiye koşarak Pusat'ın önüne geçti, ellerini Pusat'ın göğsüne koyarak, "Evim nerede?" diye sordu, gözünden düşen tek damla yaş ile.
Pusat gözyaşını görünce, yüzüne baktı Asiye'nin. Bugün kalbi kırılmıştı, istenmediği yere gelmiş gibi hissetmişti değil mi?
Pusat 'Daha fazla zorlamanın anlamı yok' diye düşünerek "Üst kat" dedi.
Asiye, Pusat'a tebessümle baktı. Bu tebessüm sanki, ayçiçeğinin güneşe dönüp teşekkür etmesi gibiydi.
Ellerini çekerek "Teşekkürler" dedi ve koşarak üst kata çıktı. Bilmiyordu ki Pusat'da arkasından bakıyordu.
Kapının üstünde ki anahtar ile kapıyı açarak ayakkabıları ile eve girdi İlkim. Anahtarı zorla kapıdan çıkartarak, kapıyı kapattı. Kapıdan çıkan çarpma sesi ile daha çok pişman olmuştu zaten istenmiyordu.
Çantasını ileriye doğru fırlatarak kabanını çıkarttı. Dış kapının önünde yere çökerek özgürlüğe bıraktı incilerini.
Üst katta Ege'nin yağmuru yağmaya başlamıştı bile. Peki alt katta ki sessizlik fırtınanın habercisi değil miydi?