Annemi yaklaşık bir buçuk ay önce, trafik kazasında kaybetmiştik. Öncesinde de
çok iyi olduğumu söyleyemem ama onun ölümüyle iyice dibe vurmuştum. Dibe vurmadan
sıçrayamazsın derler. Ben bunun aksine her geçen gün daha çok dibe batıyorum,
çırpındıkça tekrar düşüyorum ve aslında çürüyorum. Kendime yakın gördüğüm,
güvendiğim tek insan oydu ve onu da kaybetmiştim. Nasıl olurda yukarı tırmanmaya
çalışabilirdim? Sol yanımda bir delik vardı, ben nasıl güçlüyü oynayabilirdim?
Pencereye yaklaştım ve perdeyi aralayıp, bahçeyi izlemeye başladım. En son ne
zaman dışarı çıktığımı düşündüm. Yaklaşık bir yada iki hafta önce, bahçedeki çimlerin
üzeri kar taneleriyle örtülmüşken, sabahın en soğuk saatlerinde çıkmıştım. Aslında o
günden beri babam dışarı çıkmamı sağlıklı bulmuyordu. Yardımcılar arada bir gelip
odamı havalandırıyordu sadece. Her iddiasına varım Çağatay denen adamın, bugün bu
evde olmasının sebebi de o gündü.
Annem kış mevsimini severdi, hatta bu onun için sevgiden de öte bir tutkuydu.
Benim ruhuma, onun göbek bağından süzülmüş bir tutku. Gökyüzünden düşmeye
başlayan kar taneleri, bahçede birikmeye başladığında kendimi dışarıya attım. Annem bu
anı asla kaçırmazdı ve dışarıda beni beklediğine adım gibi emindim. Soğuğu severdim,
annemden, oluşturduğu muazzam görüntüden yada dokunuşundan dolayı. Ama soğuğun
en sevdiğim yanı iliklerime kadar işliyor olmasıydı. O an üşüyor olduğunuzdan başka bir
şey düşünemiyorsunuz. Acınız bu sayede bir anlığına da olsa, tepeden tırnağa uyuşmaya
başlamakta olan bedeninizde kayboluyor. Bu yüzden üzerimdeki kıyafetleri bir bir
çıkartıp, bahçenin ortasında diz çöktüm. Üzerimde yalnızca iç çamaşırlarım vardı ve
soğuk, yavaş yavaş tenime işlemeye başlamıştı. Oradan beynime hücum edecek ve beni
bir anlığına da olsa hissettiğim acıdan arındırıp, kıvranan ruhumu rahatlatacaktı. Ancak
olmadı, bacaklarım henüz kızarmaya başlamışken babam delirdiğimi söyleyerek, telaşlı
bir şekilde çıkageldi. Titreyen bedenimi kucaklayıp, sıcak suyun altına sokmuştu.
Beni, iyiliğimi düşündüğünü biliyordum ancak o gün ona çok kızmıştım. O da
bana.
Gökyüzünden birkaç tane kar tanesi düştü önce, sonra taneler çoğaldı. Dışarı
çıkamayacağımı biliyordum, babam asla izin vermezdi aynı şeyleri yaşamamak için.
Bende aynı şeylerin bir daha tekrarlanmayacağına dair ona söz veremezdim. Penceremi
açtım ve ellerimi dışarıya uzattım. Bir pamuktan daha yumuşak ve beyaz kar taneleri bir
bir avuçlarımın içine düşüyordu. Sımsıkı kapattım ellerimi. Parmaklarımı kırarcasına
sıktım, hapsettim yakaladığım kar tanelerini.
Gözlerimi kapattım.
Gördüğüm karanlık beni en derinlere çekmek istiyordu. En derinlere, acının
kaynağına, sol yanımın baş ucuna... Karşı koyamıyordum. Ne naif ruhum ne de narin
bedenim bunun için yeterli değildi. Beynim bana acı çektirmek için elinden geleni
yapıyordu adeta. Annemin cesedini morgun soğuk çekmecelerinde gördüğüm anı tekrar
tekrar gözlerimin önüne seriyordu. Uzanıp, annemi öpmek istedim. Hayat acımasızdı.
Gözlerimi açtım ve ardından ellerimi. Kar taneleri eriyip, parmaklarımın arasından
süzülmüştü. Hiçbir şey sonsuza dek sizinle kalamazdı. Her şeyin bir başlangıcı olduğu
gibi bir sonu da vardı elbette. Her sahiplenişin, bir kaybedişi olduğu gibi...
Doktorların annemin ölümüne dair yaptığı bilimsel açıklamalar yankılanıp durdu
zihnimde. Hiçbir bilimsel açıklama onun ölmek için fazla neşeli olduğu gerçeğini
değiştirmiyordu. Ona çok ihtiyacım vardı. Reşit bir kız olmam hayatı biliyor olduğum
anlamına gelmezdi, hayatı ondan öğrenecektim.. Öyle hayal etmiştim.