Takır tukur sesler geliyordu, arnavut kaldırımından. Elinde nereden bulduysa bir sopayla yere değdire değdire yürüyordu Ahmet. Saat sabahın körü olmuştu. İstanbul en çok da bu saatlerde güzeldi. Galata'dan Karaköy'e doğru indiğinde karşısında tüm güzelliğiyle Haliç duruyordu. Sabaha kadar çalıştığı için gözlerinden uyku akıyordu. Özel haberleri yaparken hep böyle olurdu. Kolay mıydı bu devirde gazetecilik yapmak. Hemen tramvaya binip Fındıkzade'de evine doğru yola koyuldu.
Evden içeri girdiğinde eşi Aslı da yeni doğmuş oğlu da daha uyanmamıştı. Uyansaydı ya muhtemelen laf sayacaktı. Bu saatte eve mi gelinirdi. Mutfağa bakındı. Önce bir sucuklu yumurta yapıp ekmek bandıra bandıra yemek istedi. Sonra vazgeçti ve ekmeğinin arasına bir şeyler koymuş yemeye koyuldu ki o anda mutfağın köşesinde duran turşu bidonuna takıldı gözü. Acıyla gülümsedi önce. Sonra sanki çevresi bir tiyatro sahnesine dönüştü.
Yıllar öncesiydi. Ahmet henüz ilkokul çağında ufak bir çocuktu. Köyden erzaklar gelmişti. Annesi onları mutfağa yerleştiriyordu. Yoksa dağınık mutfağı toparlamak oldukça zor olurdu. Salatalık turşusundan bir tane aldı Ahmet. O arada annesinin gözüne takıldı turşu. Bir şey hatırlamışçasına kalktı. Tabağa turşulardan biraz koyup poşete sardı.
"Al oğlum götür bunu Denizlere"
Deniz, kapı komşusuydu. Annesi Sultan teyze öğretmendi. Babası Hasan Bey ise subaydı. Onu evde zor bulurlardı. Lojman ayarlanması biraz zaman alacağı için apartmana yeni taşınmışlardı. Kapıyı çalınca Hasan Bey açtı. Korktu Ahmet önce.
"Ben turşu getirdim yersiniz diye" çekinerek kurmuştu bu cümleyi.
Hasan Bey'in hoşuna gitti. Hemen içeri gidip bir çikolata alıp Ahmet'e verdi.
Ondan sonra takip eden üç gün boyunca elinde iki parça turşuyla komşunun kapısını çaldı Ahmet. Hem Denizle oynamak hem de kocaman Hasan amca ile sohbet etmek hoşuna gitmişti.
Bir keresinde Hasan amcanın odasını da görmüştü. Kocaman haritalar, kitaplar, defterler, kağıtlar ve kocaman bir Atatürk resmi vardı. Ufacık vücudu o kocaman kitaplıklar yanında ne kadar da küçük duruyordu.
Ondan sonra bir ara gelmeyince Hasan Bey apartmanda rastladı Ahmet'e.
"E Ahmet daha turşu yok mu?"
O an sanki aralarındaki soğukluk ve çekingenlik geçmişti. Ahmet tam onlara alışmıştı ki Hasan amcanın tayini çıktı.
Seneler geçmişti. Ülkenin en zor zamanlarıydı. Türk Ordusu operasyonlarla hedef alınıyor komutanlar darbecilikten cezaevine konuluyor ve İslam adına halkı kandıran ve devlete sızan terör örgütleri Atatürk ve Cumhuriyetçileri hedef alıyordu. Alçalmakta sınır tanımayanlar Türk Ordusu Komutanlarına terörist muamelesi yapıyordu. Ahmet Lise son sınıftaydı. Gazeteciliğe ilgisi o zamanlar başlamış ve bir internet medya sitesinde editörlük yapıyordu. Bir gün soruşturmalarla ilgili haber yaparken bir isme rastladı.
"Emekli Albay Hasan Karakaya"
Tam o anda aklına direk Hasan amcanın yüzü geldi. "Yok canım değildir" diye geçirdi içinden. Sonra fotoğrafını aratınca Hasan Karakaya'nın o eski Hasan amcası olduğunu anladı. Haberin devamında emekli albayın kanser teşhisi ile hastaneye sevk edildiğini öğrendi.
Hemen koşup hastaneye gitti. Hasan Amca ile görüşmesine izin vermemişti polisler. O anda Deniz kapıda belirdi. Arkadaşı olduğunu anlayınca sadece 5 dakika dediler.
Odaya girdiğinde Hasan Amca sanki bekliyormuş gibi
"O hoş geldin Ahmet" diye gülerek karşıladı. Beş dakikaya neler sığdırmadılar ki. En son giderken "Bu arada" dedi Hasan amca. Duraksadı. Sonra tebessüm ederek "Turşu getirmemişsin" dedi.
Böyleydi hep. İnsanın çocukluğunu bilen tanıdıkları sanki hayatı o zamanda dondururlardı. Siz onlar için hep o hafızalarında tuttukları çocuk olursunuz. Belki de bu insanın hızlıca akan zamana karşı bir korunma mekanizması idi. Yaşlılığa, ihtiyarlığa ve belki de ölüme karşı adı konmamış bir tepki idi.
"Tamam Hasan amca" dedi Ahmet. "Söz yarın getireceğim"
"Köyden gelenler olacak ama turşu bidonundan çıkaracaksın"
"Tamam Hasan amca"
Eve dönüp olan biteni annesine anlattı. Turşu götürecekti ama bir sorun vardı. Turşu yoktu. Haftaya gelir dedi annesi. Bekleyecekti artık.
Ertesi hafta turşusunu alıp hastaneye geldiğinde ortam kalabalıktı. Sevinçle geldi Ahmet kalabalığın içine.
"E tabi" diye düşündü. "Tahliye kararını duyunca ailesi, sevenleri buraya geldiler"
Hastaneye girince Deniz'i gördü. Fakat bir terslik vardı. Deniz mutlu değildi. Çevredeki konuşulanlara kulak verince durumu anladı.
Kanser teşhisi ile hastaneye sevk edilen Hasan amca hayatını kaybetmişti. Elindeki turşu kabını yere düşürecekti neredeyse. Hastanenin dışına çıktı. Elinde turşu ile gökyüzüne baktı.
Gözünün önüne bu manzara öylesine gelmişti ki Aslı'nın sesini duymuyordu.
"Canım dalmış gitmişsin Hasan uyanmış ağlıyor duymadın mı?"
"Duymamışım canım" diyebildi. Sonra Aslı kucağında Hasan ile odaya giderken Ahmet de turşu bidonuna bu sefer gülümseyerek baktı. Derin bir iç çekip ekmeğini yemeğe devam etti. Yorgundu dinlenmesi gerekiyordu. Daha akşam gidip kumpas davaların firari savcılarının örgütten konumuna dair özel bir haberin araştırmasına devam edecekti.