Bir geceyi diğerinden ayıran en büyük fark, saatin kaç olduğuna bakmaksızın gelen uyuma isteğidir.
Gündüzleri bilmem ama geceleri herkes eşit gibi geliyor bana. Büsbütün rengini kaybediyor herkes. Maskesi düşüyor yüzlerin. Kim kimden ne alacaksa, kim kime ne verecekse işte tam bu vakitlerde muhasebesi yapılıyor bütün hesaplaşmaların.
Bu gök, simsiyah bir limandır geceleri bana kalırsa. Ya da esmer bir kurşun. Her ne olursa olsun, bizim siyaha kaçışımız göğün bu döngüsü yüzünden. Bir gece gelir iki çift göz aynı gökte buluşur ve yine bir gece gelir iki insan demir alır ağır ağır yoluna koyulan bulutların arasından.
"Kavuşmak" diyorum. "Bize göre değil"
Güneş açmış, mevsim değişmiş, masmavi bir deniz üstümüzde sallanmaya başlamış yahut bütün sesler uykusundan uyanmış... Bunların hiçbiri pek de mühim değildir uyumayanlar için. Göğün sadece siyah tarafına alışmış bir insan ne bulabilir ki maviliklerde? Biz ki; her gece aynı kısır döngüsünde dünyanın, uykusundaki tonca insanın kahrını çekeriz bir başımıza.
"Özlemek" diyorum "Özlemek bu vakitlerde yapılacak en güzel iş"
Şimdi bir ihtilal yapmaya karar verse gökyüzü. Geceleri toparlayıp çekse gözlerimizden. Hiçbir şeyimiz kalmaz sevecek, özleyecek, yazacak, hatta yaşayacak. Uyumayanlar için yaşamak, gecenin diğer adıdır. Gece'ye gözünüz gibi bakın. Çünkü gece, bizim canlı kanlı gördüğümüz rüyaların anasıdır.