İlkbaharın mis kokulu çiçekleri kasabanın dört bir yanında görülüyor ve kasabanın ruh halinin aksine umut dolu günleri müjdeler gibi bakanlara huzur veriyordu.
Sabaha doğru yola çıkıp Ali Derviş Ağa'nın çiftliğine yol alan Zaptiye Çavuşu Şehsuvar Bey ile Defterdar Emini Dilaver Efendi, Eleni hanımı burada bulamayınca doğruca merhumun yeni yaptığını köşke at arabasını sürdüler. Zeytin denizini andıran ve binlerce zeytinliğin sahibi olan merhum Ali Derviş Ağa şu zeytinlerden yıllık kim bilir ne kadar yağ elde ediyordu. Defterdar Emini Dilaver Efendi içinden bir kaç kez bu sorunun yanıtını aradı bir daha sordu yine yine yanıt aradı ve sonra Zaptiye Çavuşu Şehsuvar Bey'in sorusuyla kendine geldi :
-Az ilerideki yoldan sağa mı döneceğiz yoksa sola mı ?
Defterdar Emini Dilaver Efendi daha önce de bu yollardan geçtiği bu soruya :
-Sağdan devam edelim Çavuşum zaten az bir yolumuz kaldı dedi.
Atlar bu uzun yolculuk dolayısıyla yorulmuşlardı. Onların soluklanması için yolculuğa ara verip dinlediler ve güneşin ağır ağır yükseldiği bir ilkbahar günü başına geleceklerden habersiz Dilaver Efendi elindeki evrakları kontrol ediyordu. Şehsuvar Bey ise tütün tabakasında bir dal tütün sarmaya koyulmuştu ki başına aldığı ağır bir darbeyle yere serildi kafası kanıyordu. Sıra Dilaver Efendi'ye gelmişti ve ona da kim oldukları ve nerden gelip nereye gittikleri soruldu. Dilaver Efendi Ali Derviş Ağa'nın Tırhala’dan akrabaları olduklarını söyledi ve bu sözlerinden sonra üç palikarya hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya başladılar.
Defterdar Emini Dilaver Efendi yaralı ve şuurunu yitirmiş gibi oracıkta yatan Zaptiye Çavuşu Şehsuvar Beyi At arabasına yerleştirdi ve gerisin geriye yola koyuldu. At arabası yolda uçar gibi yol alıyor ve koşan atların yokuş aşağı hızlanışları ölüme davetiye çıkarıyordu. Nihayet kasabaya ulaştıklarında Allah'ın izni ve hekimbaşının gayretli çabalarıyla Zaptiye Çavuşu Şehsuvar Bey ölümden kurtulmuştu.