1815 Viyana Konferansı sırasında, Çar Aleksandr, Osmanlı’dan “hasta adam” olarak bahsetti ve Osmanlı’yı paylaşma meselesini “Şark meselesi” olarak kodladı. Bir başka ifade ile “şark meselesi” ile Balkanlar’ın batısından başlayarak Türklerin doğuya sürülmesi ve neticede Anadolu’dan da atılması anlamına gelen bir politikanın uygulama süreci başlatıldı. İlk fırsatta, Balkanlar’daki gayr-i müslimleri isyana teşvik ederek, Türkleri bu coğrafyadan atmak hedefleniyordu. Bu hedefin ilk uygulaması olarak Yunan isyanları hazırlandı. Bu hazırlık sürecinde, Fransız ihtilalinin getirdiği milliyetçilik kavramının teşvik edici rolü olmakla beraber, esas Rusların 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren Ortodoksların hamisi pozisyonunda bulunmaları ve bu yöndeki uygulamaları Yunanları isyan yönünde cesaretlendirdi. Özellikle, Rusların istedikleri yerlerde konsolosluk açmak, İstanbul’da bir Rus kilisesi kurmak ve Ortodoks tebaa lehinde Osmanlı hükümeti nezdinde teşebbüslerde bulunmak gibi elde ettikleri haklar (madde: 7,8,14) Yunan isyanlarını tahrik yönünde kullanıldı. Yunan isyanına zemin hazırlayan faktörler arasında, Osmanlı Devlet ve toplum yapısı içerisinde diğer azınlıklara göre bir bakıma imtiyazlı durumda olan Rum aydınlarının hem Yunan milli kimliğinin oluşması hem de Batı kamuoyundaki faaliyetlerini de muhakkak belirtmek gerekiyor. 18.yy. ikinci yarısından başlayarak Rum şair, tarihçi ve yazarları, bağımsız Yunanistan ve hatta eski Bizans’ın yeniden inşası yolunda yazılar yazmaya başladılar. Yazar Korayis, şair Rigas’ı bunlar arasında sayılabiliriz Bütün bu gelişmeler, “şark meselesi” kavramı çerçevesinde, Balkanlar’daki istikrarın da bozulmaya başlamasıyla, bir Yunan isyanına doğru giden seyri hızlandırdı. İsyancı Aleksandr İpsilanti’nin başında bulunduğu Etnik-i Eterya cemiyeti, Rus sınırına yakın olması ve Rusya’dan yardım alabilmesi ihtimalini hesaba katarak ilk ayaklanma teşebbüsünü Boğdan’da yaptı. Ancak, başarılı olamadı. Çünkü, Eflak ve Boğdan beyliği yapan Fenerli Rumlar, Romenler tarafından hiç sevilmezdi. Bu sebeple Romenler, Yunanların çıkarına bir ayaklanmaya katılıp, Osmanlı Devleti’ne sorun çıkarmak istemediler Ancak, Eflak-Boğdan’daki isyan tam bastırıldığı sırada Mora’daki Rumlar ayaklandı. 12 Şubat 1821’de Mora’da patlak veren Yunan isyanı, Eflak-Boğdan’daki isyanın tam tersine, yayılma ve gelişme gösterecek nitelikte idi. Papazların öncülüğünde Mora halkı isyana katıldı. Patras Patriği Pol Germanos, ortaçağlarda Piyer Lermit’in yaptığı gibi, bütün Rumları Türklere karşı savaşa davet etti. İsyan bu şekilde millî ve dinî karakter alarak gelişmeye başladı.Öyle ki, İslam ahali ve askerler kalelere kapanarak kendilerini
savunmaya başladılar, fakat yardım gelmediği için kaleler bir bir isyancıların eline geçti, asiler şehirlerde de çoluk çocuk demeden rastladıkları Türkleri katlettiler, mallarını
yağmaladılar. Bu isyanda katledilen Müslümanların sayısı tam olarak bilinememekle
birlikte, 25.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir. İsyan gittikçe yayılıyordu.
Yapılan tahkikatda, bu isyanın çıkması ve yayılmasında başta Fener Rum Patrikhanesi
olmak üzere, taşrada bulunan pek çok papazın, kocabaşıların rolü olduğu ele geçen belgelerden anlaşılmaktaydı.
İsyan haberini alan dönemin padişahı II. Mahmud, şimdiye kadar devletin hoşgörü ve adaletle yaklaştığı Rum tebaanın böyle bir harekete girişmesi karşısında hiddete kapılarak Rumların katlini emretti. Fakat bu sırada kimi devlet adamları, bazı metropolitler ve söz sahibi kişiler araya girip bu fesatta parmağı olmayanların
bağışlanmasını dilediler. Bunun üzerine fesada karışanların araştırılarak cezalarının
verilmesi, suçsuz olan reayâya ilişilmemesi konusunda irade çıktı.Ancak tedbirler fayda
vermiyordu. İsyan gittikçe genişledi. Nisan 1821 başlarında Mora tamamenisyancıların
eline geçti. Burada maalesef çok sayıda Mora Türkü katledildi. Yapılan araştırmalarda Ortodoks Cihan Patriği Grigoryos’un isyanla ilişkisi belgelerle ortaya çıktı ve soruşturma sonucunda suçlu görülerek 21 Nisan 1821’de Patrikhane’nin orta kapısında resmi elbiseli
olarak asıldı.Bunun yanında, hukukî tahkikat sonunda suçları sabit görülen birçok
metropolit de ülkenin değişik yerlerinde cezalandırıldı.Sultan II. Mahmud’un İsyanla İlgili Bir Fermanı isyan, başta Rusya olmak üzere dış tahriklerin de tesiriyle bir türlü bastırılamıyor ve gittikçe yayılıyordu. Sultan II. Mahmud yayınladığı fermanlarda; Devlet-i Aliyye’nin durumundan ve şimdiye kadar gayr-i müslim tebaaya karşı âdil ve hoşgörülü davranışından bahisle, diğer Rumların isyancılara katılmamasını, isyancılarla işbirliği yapanların şiddetle cezalandırılacağını, isyana teşebbüs etmeyen kendi halinde işiyle gücüyle meşgul olan Rumların ise her türlü saldırıdan korunacağını bildiriyordu.
Konu ile ilgili Ağustos 1821 (Evâsıt-ı Zilkade 1236) tarihli; vezirlere, kadılara, hakimlere,
nâiblere, , mütesellimlere, âyân vesair zâbitân ve vücûh-ı memleket ve bi’l-cümle iş
erlerine hitap eden Padişahın fermanını söz konusu isyanın sebeplerini, seyrini ve devletin tutumunu anlama bakımından önemsiyoruz.
Sultan II. Mahmud, söz konusu fermanın başında, önce devletin gayr-i müslimlere
karşı tutumunu ve Rumların durumunu tespit ettikten sonra, isyana karışanlar ve
karışmayanlarla ilgili olarak yapılacak uygulamaları açıklamaktadır.
II. Mahmud fermanında; devletin gayr-i müslimlere her zaman şefkatle ve merhametle
yaklaştığını belirterek, yine de bazı Rumların nankörlük ve ihanetten geri kalmadıklarını
ifade ediyor ve aynen şu ifadeleri kullanıyor;
“Rum tâifesi dahi öteden beri Devlet-i aliyye’min cizye-güzâr reayâsı olduğuna mebni
haklarında 1810*/bi’l-vücuh ibrâz-ı merhamet ve şefkat ve ırz u canları daire-i hıfz ve
Burada verilen rakamlar, ilgili fermanın kaçıncı satırı olduğunu ifade etmektedir.
himayette masun 19/ olarak şerâit-i raiyyetin mesâından efzun envâ-i ihsan ve inâyetten
gayri birşey gördükleri 20/ yoğuken nâil ü mazhar oldukları ni’met-i ilahiyyeyi ayak altuna alub, nankörlük yolunu tutarak 21/ dîn ü mübîn hakkında tabiî münevves zamirleri olarak habâset ve hıyaneti icra daiyye-i fâsidesine 22/ cür’et ve metbû-ı şefkları olan selâtîn-i seniyyem aleyhine bazı mahallerde ızhar-ı bağî ve isyana cesaret etmişler...24/”
Görüleceği üzere, Padişahın ifadesine göre, devletin her türlü ihsan ve inayetine,
şefkat ve merhametine rağmen Rumlar bazı yerlerde isyana teşebbüs etmişlerdi.
Bu tespitten sonra, isyana teşebbüs edenlerle, kendi halinde olup isyana karışmayanlar
hakkında devletin tutumu şöyle açıklanmaktadır;
“...madde-i fesâda medhali olub ıslah kabul etmeyenleri 31/ teharri ve tahrik
ederek haklarında icrâ-yı levâzım-ı siyaset olunmuş ise de haklarında zuhûr eden rıfk
ve mülâyemetin kadr ve şükrünü bilmediklerinden ve vakî olan pend ü nasîhatı kat’an
ısğâ 33/ ve istima etmediklerinden başka, utüvv ve isyanı gün be gün artırdıkları ecilden
Devlet-i aliyyem esbâbını istihsale kıyam ile o makûle-i 35/ şekavet ve tuğyanı izhar ve
ehl-i İslâm ile muhârebe ve mukâteleye ibtidar eden usât-ı 36/ reâyânın te’dîb ve tenkîl ve mâl ü menâlleri ahz ve evlâd-ı ıyalleri esir kılınmasına cânib-i 37/ şerîat-ı garrâdan verilen fetvâ-yı şerif mucebince ruhsatı hâvi memâlik-i mahrûseme evâmir-i 38/ şerifem ısdâr ve tisyâr kılınmış..”
Bu ifadeler bize, isyan edenlere karşı Osmanlı Devleti’nin nasihatte bulunarak,
tatlılıkla ve affedici bir tutumla yaklaştığı ama bütün buna rağmen kanunlara aykırı olarak
şekavete ve isyana devam eden, Müslüman halkı katletmeye yönelen isyancıların tenkili
ve mallarına el konulup ailelerinin tutuklanması yönünde ilgili makamdan fetva alındığını
ve buna göre işlem yapılması hakkında ilgililere gerekli emirlerin verildiğini gösteriyor.
Fermanın devamında isyana karışıp sonradan pişman olanlar ve isyana hiç
karışmayanlar hakkında şu ifadeler yer almaktadır;
“...fesad-ı mel’anete tecâsür ile sonradan nedâmet ve istimâna sahîhan avdet ve
rücu 40/ eyleyen reâyânın kemâ fi’s-sâbık zikr-i saye-i merâhimvâye-i devlet-i aliyyemde
muhmâ-i müstazıll 41/ olmaları usulüne riâyet olunarak hilâf-ı hareket vukua gelmemesi
irade-i seniyyem muktezasından 42/ iken bazı mahallerde bu dakikaya sarf-ı zihn ve ru’yet olunmayarak şekavet ve isyandan 43 (s.3) haberin olmayup kendi halinde olan aceze-i raiyyete tasallut ve tasaddî ve emvâl ve evlâd ü ‘ıyâl ve kiliselerine sarkıntılık misüllü 44/ harekete tasaddî vukuu tahkîk-gerde-i şahanem olub bu suret şer’an ve aklen caiz olmayub el-hâlet-i hâzihi 45/ carî olan usûl-i saltanat-ı seniyyemin külliyen hilafı ve rızâ-yı bârî ve bi’l-vücuh emr-i hümâyunumun mücerred kendüyi bilmez ve muktezâ-yı vakt ü hali fark ve temeyyüz etmez makulelerden neş’et edeceği bedihî olmakdan nâşi...47/”
İfadelerden anlaşılacağı üzere, isyana karışıp sonradan pişman olanlar ile, hiç isyana
karışmayanların mallarına, ailelerine, kiliselerine kesinlikle zarar verilmemesi bir başka
ifade ile suçlu ile suçsuzun ayırt edilerek, hukuk dışına çıkılmaması ilgililere bu yönde
uygulama yapmaları emredilmiştir.
Fermanın sonunda, ilgililerin adaletli davranmaları hususuna tekrar vurgu yapılarak;
“vüzerâ-yı müşâr ve mîr-i mîrân ve mevlânâ ve kuzât ve nüvâb vesâir” adı geçen görevlilere
şöyle davranmaları emredilmiştir;
“...imdi, bâlâda beyan olunan vesâyâ ve tenbihat-ı şahanemi cümleye i’lan ve beyan
ile kendü halinde olan 60/ bî-cürm ehl-i zimmet reâyâya hilâf-ı şer’i şerîf ve mugâyir-i rıza hafî ve celi tasallut ve teaddî vukûa 61/ gelmemesine kemaliyle ikdam ve dikkat eylemeniz kat’î matlûb-ı şehriyârânem idüğü ve bu bâbda ednâ derece 62/ tekâsül ve rehâvet sizler (içün) dahi hakkınız(da) mucib-i mesuliyet olacağı malumunuz oldukda ona göre amel 63/ ve hareket ve infâz emr ü irâde-i seniyyemle îfâ-yı levâzım-ı kâr-şinasî ve reviyyete ihtimam ve dikkat ve hilafını 64/ tecvizden gâyetü’l-gâye tehâşî ve mücânebet eylemenin bâbında ferman-ı âlişânım sâdır olmuşdur...65/”
Fermanın değişik yerlerinde, adaletli davranmaya atıflar olmakla birlikte, fermanın
sonunda da tekrar, isyanın içinde olmayan suçsuz gayr-i Müslimlerin kesinlikle zarar
görmemelerine dikkat edilmesi, bu konuda ihmali olan görevlilerin sorumlu olacakları
vurgulanarak, ülkeyi saran bir ateş çemberi haline gelen isyan ortamında dahi Osmanlı
devlet yönetiminin adaleti ölçü aldığını görüyoruz