Ertesi gün İstanbul'dan Tripoliçe ile ilgili acele bir haber geldiği ve hemen zaptiye müdürlüğüne gitmek icap etti.Merakla evimden çıkıp yola koyuldum. Tripoliçe' de Türkler, Rumlar ve yahuduler küçük bir kasabada koca Osmanlı'nın tipik panoramasını en özgün bir biçimde yansıtıyorlardı. Arnavut kaldırımlı dar sokaklardan geçip kaleyi uzaktan gören uzun caddeye çıktım ve az sonra Zaptiye müdürlüğüne vardım. Dışarıdaki nöbetçilerin değişim saatine denk gelmiştim. Binanın girişindeki panodaki bir ilan dikkatimi çekti ve Osmanlı yönetimi bu yıl haraç ve cizye vergilerinde artışa gideceği haberi vardı Bir kaç adım yürüyerek merdivenlere yöneldim ve üst kattaki Şahsuvar Beyin odasına yöneldim. O sırada koridorda kasabada daha önce görmediğim bir kişi yan odadaki memura bozuk Türkçesiyle bireyler anlatmaya çalışıyor ve memurun az önce söylediklerinin anlamaya çalışıyordu. Bir ara Eleni hanım gibi bir kelime ağzından dökülüverdi. Bu sözcük dikkatimi cezbetti.
Az sonra ise Şahsuvar beyin yanına gittim ve bana bir haberinin oluğunu ve bunun icin seni çağırdığını söyledi. Gelen resmi evrakta İstanbul'da padişah tarafından görevimden azledildiğimi ve geri çağrılarak İstanbul'daki görevime dönmem gerektiği haberi yazıyordu. Çok şaşırmıştım ve bir o kadar da üzülmüştüm. Sultan II.Mahmud’un fermanını tuğrasından tanıdım. Padişahın verdiği görevi layıkıyla yerine getirememenin hüznüyle zaptiye müdürlüğünden ayrılarak kaldığım eve doğru yola çıktım.
Az ileride faytoncuların olduğu durağa gittim ve gelen ilk faytonla sur dibine kadar sürecek yolculuğum başlayacaktı. Bekleyen bir at arabasına yöneldim ve tam adımımı atacaktım ki Eleni hanımın da karşıdan arabaya adım attığını gördüm. Beni bir süre süzdü ve son derece sesiz ve yorgun bir halde arabaya bindi.O anda bir el Eleni hanımın koluna yapıştı. Eleni hanım yüzüne adama dönünce büyük bir çığlık kopardı ve arabacıya arabayı sürmesini emretti.