Araba tam hareket edecekken arabacıya arabayı durdurmasını söyledim.O da arabayı durdurdu.Eleni hanım acı ve korku içinde bağırmaya başladı:
-Yardım edin kurtarın Allah aşkına !
O an kendimi kaybetmiş gibi o esrarengiz adamı bir güzel dövmeye başladım. Bir kaç tokat darbesinin ardından yolda biriken su birikintisine düşüp bayıldı. Onu bırakıp Eleni hanıma dönüp:
-Iyi misiniz? dedim
Eleni hanım da ağlamaklı bir sesle :
-Size hayatımı borçluyum. İyiyim. Beni kurtarmasaydınız başıma kötü bir şey gelebilir ve belki de ölebilirdim, iyi ki karşıma çıktınız dedi ve az sonra ağlamaya başladı. Fayton, Eleni hanım ve beni bir bilinmezlik alemine görüyormuş gibi taşlı yolları, süslü konakları ve köşeleri selamlayarak ilerliyor ve kasabanın kalbine saplanan bir hançerin kanlarında bir gül bahçesine açılan bir kapıya ulaşıyordu.
Sur dibine yaklaşınca az ileride çeşmenin yanında faytoncuya durmasını emrettim ve nihayet araba durdu ve Eleni hanımın koluna girip arabadan indirdim ve eve doğru yürümeye başladık.Yolculuk boyunca sürekli arkasına bakmıştı.Takip ediliyor hissi uyandırmıştı halbuki bizleri takip eden yoktu.
Akşam olunca yemekte tarhana çorbası yaptım. Eleni hanım bu çorbayı daha önce Ali Derviş Ağa ile Tırhala’nın çarşısındaki bir hayır yemeğinde yemişti. Sanki eşi Ali Derviş Ağa'nın hayali yanı başındaydı.
-Kimdi o adam sizden ne istiyordu? sorusuyla tahta kaşığı çorba kasesine bıraktı ve iç çekerek,
-Üvey ağabeyimdi Selas'tı o adam dedi ve devam etti :
- Osmanlı Devleti’nin kasabaya devşirme almak için geldiği bir gün bu haberi alan babam onu yaşının küçük olmasına aldanmadan kendi elleriyle yeniçeri ocağına kaydetmişti. İlk zamanlar kendi halinde bir kişi olan ağabeyim bir gün tüfek talimi esnasında komutanıyla tartışınca önce katıksız hapis cezası almış ve sonra ise Yeniçeri Ocağı’nın girmek izeyken ocaktan atılmıştı. Bir süre bir Yeniçerinin Aksaray'daki çay ocağını işleten Selas sonraları ise sandalcılık yapmıştı. Bana miras kalacağını haber alınca düşmüş yollara ve sora sora beni bulmuş dedi.
İkimizde bir süre sustuk. İçinde bulduğumuz şu küçücük oda, bir vatan sevdalısı ile bir vatan hainini bağrında tüm sükunetiyle tutuyordu. Eleni hanım mirasını kaybetmişti ben ise padişah efendimiz tarafından verilen görevi. Çok tuhaf bir ruh hali kaplamıştı ikimizi
Tripoliçe'nin kaderi gibi bambaşka hayatların farklı hikâyeleri içinde barındıran bir dünyanın ucunda, yıldızların kıyısında lacivert bir geceye söyleyecek pek bir sözüm kalmamıştı.