Güneye doğru yolculuğumuz süresince balkanların bu ücra yollarında ve tehlikeli geçitlerinde bulunduğumuz zaman zarfında şunu anladık ki bu dağlık coğrafyada hakimiyet tüm hainliklere rağmen Osmanlı Devleti’nin elinde bulunuyordu. Osmanlının hoşgörüsü ibadet özgürlüğü ,fermanı, adaleti, toprak yönetimi ve vergi sistemi tüm aksaklık ve engellemelere rağmen tüm hızıyla sürdürülmekteydi.
Balkanların merkezden uzaktaki kırlarında Osmanlı Devleti askerî olarak güçsüz kaldığı durumlarda ise Müslümanlara ve Hıristiyanlara benzer şekilde saldıran kleftler diğer bir adıyla haydut adlı eşkıya grupları tarafından istila ediliyordu. Bunların başında da haydut şefi Dimitrios Makris vardı , Osmanlı otoritesine meydan okuyan bu eşkıyalar Rum ahali tarafından sevilmekteydi. Esma hatun bu ismi bir kaz kez Attore'den duymuştu. Şimdi ona olan öfkesi bir kat daha arttı.
Hakkı Mehmet Efendi ise at sırtında sözcüklerini şöyle devam etti:
Devlet-Ali Osman bu keferelere karşı bir kefere toplulugu musallat etmişti ki bunun adı Armatoloi'idi.Onların saldırılarına karşı olmak özellikle de dağ geçitlerini güvence altına almak için bu Hıristiyan milislerle sözleşme yaparak bu gruplar arasında en yetenekli olanları topladı. En güçlü armatoloi gruplar Rumeli, Teselya, Epir ve Güney Makedonya’da varlık göstermekteydi. Zamanla kleftler ve armatoloi arasındaki ayrım kaybolmaya başladı. Ve sonuçta ikincisi yetkililerden daha fazla fayda elde etmek için genellikle haydutlara dönüşecek, tersine başka bir haydut grubu armatolik olarak atanacaktı.
Bazı armatoiler Osmanlı bürokrasisinde ilerleyerek önemli görevler aldılar.
Esma hatun ve Hakkı Mehmet Efendi yolculuklarına yemek arası verdiler .Esma hatun atın heybesinden çıkardığı yiyeceklerle güzel bir sofra hazırladı. Atların da yem torbaları boynuna asan Hakkı Mehmet Efendi az ileride akan derede hem elini yüzünü yıkamak hem de testiye su doldurmak için edildiği sırada tepenin öte yanında dört kişilik haydut grubunun hızla yaklaşmakta olduğunu gördü ve hemen testiyi alıp Esma Hatun'un yanına koştu ve sofrayı hemen toplamasını söyledi ve Hakkı Mehmet Efendi ise atları da yularından çekerek bir kaç adım ileride çamların gizlediği ve gri kayaların altındaki çukurlara gizlediler. Atların nal sesleri dereye yaklaşmış olmalı ki derenin şırıltıyla akan suyu bir anda çamurlanmaya başlamıştı. Haydut grubu kayanın bir kaç metre önünde atlarından inerek ellerindeki haritaya benzer bez parçasına bakıp elleriyle farklı yönleri gösteriyorlardı.
Bir ara, ele başı olduğu görünüşünden anlaşılan bir haydut yüksek sesle bağırmaya başladı:
"Ne Mora'da Ne Dünyada Tek Türk Kalmayacak "
Atlarına tekrardan binip geldikleri yönün kuzeybatı yönünde gitmeye başladılar.
Ez önceki hadise karşında Esma hatun belli etmese de ziyadesiyle korkmuştu. Bir süre sessizce uzak tepeleri, esen ılık rüzgarı ve zeytinlik kaplı vadileri izledik. Yemeğimizi de yedikten sonra gün çekilmeden yeniden yola koyulduk. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Menekşe’de konaklamaya karar verdiler.
Bu kasabanın adını, buranın menekşe çiçekleriyle dolu olmasıyla ilgili olduğunu ilk bakışta anlaşmıştık.
Evliya Çelebi de dağlar, beller ve Tsakona nahiyesi menekşe ve diğer çiçeklerle adeta süslendiğinden ve menekşe kokusu insanın dimağını kapladığından bu kaleye Menekşe dendiğini yazar.
“Evvelâ bu kal‘a-i Benefşe'ye elsine-i nâsda Menekşe derler. Lisân-ı Freng'de (---)dir, lisân-ı Rûm'da (---) dir, ammâ lisân-ı kavm-i İslâm'da Benefşe'dir. Vech-i tes-miyesi oldur kim dağların ve bellerin ve Çakona nâhiyesi ellerin cümle benefşe ve zer-rîn ve müşk-i rûmî ve ada soğanı zeyn edüp benefsec râyihası âdemin demâğın mu‘attar etdiğinden bu kal‘aya Benefşe derler.”
Sipahi Mehmed Ağanın evinde konaklamaya karar verdik.Atalarımızı ahıra çeken Sipahi Mehmed Ağa bizlere güzel bir sofra kurdu ve sonrasında Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinden Menekşe ile ilgili şu bilgileri anlatmaya başladı.Evliya Çelebi
daha sonra kaleyi tarif etmeye başlar. Coğrafî konumundan başlayarak adeta tanrı eliyle yaratılmış ada misali bu yalçın kayanın zirvesindeki hisarın doğudan batıya uzanan emsalsiz iç kalesinin kapalı havalarda bulutlar içinde kaldığını, üç tarafında duvarı bulun-madığını aşağı kaleye bakan kapısı tarafında duvarlarının bulunduğunu, yüksekliğinden ötürü aşağı bakmanın zor olduğunu söyler. Van kalesiyle kıyaslayarak ondan üç kat daha yüksek ve geniş olduğunu belirtir.
“Akdeniz kenârında Mora cezîresinin cenûbîsi tarafında bir sivri burunda hemân bir ada-misâl bir kırmızı yalçın kaya üzre ol kûh-ı ser-bülendin zirve-i a‘lâsında evc-i âsımâna berâber dest-i kudret ile halk olmuş kal‘a-i Kahkahâ-yı Rûm bir hisâr-ı üstüvâr-ı lâ-nazîrdir kim şarkdan garba tûlânî vâki‘ olmuş bir iç kal‘a-i bî-misâldir kim ba‘zı zamân kesâfet-i hevâda iç kal‘a bulutlar içre kalup tâ vakt-i zuhurda şiddet-i hâr olunca ebr-i kebûtlar zâ’il olup iç kal‘a nümâyân olmağa başlar. Tâ bu mertebe iç kal‘a-i bâlâdır. Ammâ cânib-i selâsında aslâ dîvârı yokdur. Hemân bir kal‘a-i yed-i kudretdir. Ancak aşağı kal‘a tarafına nâzır kapusu kurbunda câ-be-câ kal‘a dîvârları vardır. Ammâ her ne cânibinden olursa aşağı bakılmak muhâldir kim âdemin zehresi çâk olur, lâkin bu Van kal‘asından üç kat yüksekdir ve andan vâsi‘dir.”
İç kale içinde her biri kale kadar sağlam 500 bina bulunduğunu yazar ki mübalağalı bir rakamdır. Baştanbaşa kırmızı kiremit örtülü bağsız, bahçesiz ve avlusuz dar evlerinden, mevcut servi ve dut ağaçlarından bahseder. Hepsi güneye bakan ve birbiri üzerinde yer alan beyaz badanalı evler hoşuna gider. Her evde mutlaka su sarnıcı olduğunu ifade eder. İç kale-de kesinlikle gayrimüslim hanesi bulunmadığı gibi han, hamam, kuyu, dükkân gibi bina olmadığını ilave eder. İki tane camii vardır. Biri kiliseden çevirme Fethiye Camii ki bu Bizans İmparatoru II. Andronikos tarafından yapılan ve halen mevcut 13. yy Bizans kilisesi olan Agia Sofia’dır ve diğeri kapı tarafında yer alan Derviş Mehmed Ağa Camii’dir. Evler gibi her iki camii de rüzgârın uçuramayacağı büyük kiremitlerle örtülüdür.
“İçinde cümle beş yüz aded hâne şeddâdî binâlar var, her biri gûyâ birer kal‘adır.
Serâpâ la‘lgûn kiremit örtülü bâğsız ve bâğçesiz ve havlısız daracık dârları var kim cümle büyûtları birer gûne kat-ender-kat kasr-ı Havarnak-misâl cihânnümâ hâne-i zîbâlardır. Yedi sekiz yerde dud ağaçları ve beş on yerde servi ağaçları var. Cümle evleri biri biri üzre olup kamusu cânib-i cenûba ve semt-i kıbleye nâzır büyût-ı ra‘nâlardır kim Akdeniz cümle buhayre-misâl nümâyân olup cümle evleri beyâz kuğu gibi şâhâne ma‘mûr beyt-i latîflerdir. Ve her evlerde birer ve ikişer üçer su sarnıçları mukarrerdir.Ammâ bu iç kal‘ada aslâ kefere hâneleri yokdur. Ve hammâm ve kuyu ve hân ve dükkân ve gayri binâ-yı âbâdân yokdur. Ammâ cümle iki aded câmi‘-i mü’minân var. Birine Fethiyye câmi‘i derler, Sultân Süleymân Hân'ındır kim kenîseden velî olunmuşdur. Ve biri kapunun iç yüzünde Dervîş Mehemmed Ağa câmi‘i. Bunlar kiremitli câmi‘lerdir, ammâ cemî‘i evlerin ve bu câmi‘lerin kiremitleri cümle kireç ile mebnî bir gûne büyük kiremitlerdir, zîrâ Rûm kire-midi gibi olsa rûzgâr-ı zorkâr bu kûh-ı serbülendde cümle kiremitleri hevâya atar.” İç kalenin doğu tarafındaki burunda Kasım Paşa kulesi de denilen ve taş merdivenle çıkılan büyük bir kule bulunduğunu ve bunun da tıka basa cephane, mühimmat ve levazı, Kalenin bütün sokaklarının beyaz taş döşeme kaldırım olup bunun temizliğine değinerek kapıcıların ve bekçilerin, tüm yağmur suyu su sarnıçlarına gittiğinden kaleye asla köpek sokmadıklarını yazar. Halkın mesire ve eğlence yerinin yalçın kaya üzerinde bulunan ve doğuya, batıya ve kuzeye bakan Fethiye Camii olduğunu ve namazdan sonra burada oturulup gezinildiğini söyler. Diğer bir seyir mekânının kale kapısı tarafında kale askerinin lonca yeri olduğunu ve burada duvarların silahlarla adeta süslendiğini anlatır.“Ve bu kal‘anın cümle sokakları serâpâ kudretden beyâz taş döşeme kaldırım olup pâk ü pâkîzedir. Aslâ bu kal‘aya bevvâbân [ve] nigâhbânlar köpek komazlar, zîrâ cümle yağmur suları su sarnıçlarına gider. Anıniçün cümle tarîk-i âmları pâkdir. Ve cümle halkının mesîregâh teferrücgâhları Fethiyye câmi‘idir kim bir yalçın kaya üzre vâki‘ olup şarka ve şimâle ve garba nâzırdır. Cümle cemâ‘at-i kesîre edâ-yı salât etdikten sonra anda oturup teferrüc ederler. Ve bir mesîregâh dahi kal‘a kapusu mâbeyndir kim cümle kal‘a kulunun lonca yeridir. Bir büyük kemer altı olmağile kapunun iki tarafı soffalarında cümle âyende vü revendelerin teferrücgâhlarıdır. Ve cümle der-i dîvârı âlât-ı silâh ile müzeyyendir.” Evliya Çelebi Menekşe ’yi anlatımına yukarıdan aşağı varoşa doğru devam eder. Aşağı inişte yolların sarplığından, hayvanların dahi zorlandığından bahseder. İç kalenin, kıble tarafındaki aşağı varoşu adeta karnına alıp kuşattığını, yukarı iç kalenin zirvesinden bakıldı-ğında varoşun görülmediğini yazar.“Bu mezkûr iç kal‘a kapusundan aşağı varoşa enince üç kat dolamaç kal‘a kapuları vardır. Yolları sâfî mücellâ yalçın kayalı gâyet sarp yollarından at ve katır ve hımârlar gücile çıkarlar. Ve bu mezkûr iç kal‘a kayası aşağı varoşu gûyâ karnına alup kuşatmışdır.iken küffâr buna üç kerre yürüyüş edüp daracık sokakl[ar]ına Freng girince varoş Urûmları kıra kıra gerüye döndermüşlerdir. Hâlâ cemî‘i Venedik kâfirleri bu Benefşe keferelerinin ol kadar adû-yı cânlarıdır kim Benefşeliyi bulsalar kebâb ederler. Gâyet bahâdır Rûm kefereleri olur. Şimdi ise varoşları kal‘a içine alındı. Her bir Rûmları ejder-i heft-sermisâl oldular.” Daha sonra Evliya Çelebi varoşu tarif etmeye başlar. Varoşun çepeçevre 2100 uzun adım olduğunu, hisarda 9 kule, 3 büyük tabya ve 4 kapısı bulunduğunu, doğuda limana nazır deniz kenarında sağlam bir kapı, şehrin mezarlığının yer aldığı batı tarafında ise büyük üç kat demir bir kapı olduğunu yazar.“Bu varoş iç kal‘a kayası nısfından garb tarafında varoş kapusundan deryâ kenârından şark tarafı kapusundan yine iç kal‘a kayası burnuna muttasıl varınca cümle girdâ-gird cirmi iki bin yüz aded germe adımdır. Ve cümle tokuz aded kulle ve cümle üç yerde tabya-i azîmler ve cümle dörd aded kapuları vardır. Evvelâ şark tarafında bir kapusu leb-i deryâda olup limana nâzırdır, ammâ kıbleye açılır metîn kapudur. Ve biri dahi cânib-i garba mekşûf büyük kapudur kim üç kat biri biri içre demir kapulardır. Ve iki aded küçük uğrın kapucukları vardır. Ammâ büyük garb tarafı kapusundan taşra şehrin mezâristânıdır.”
Varoşu tarif etmeyi sürdüren Evliyâ Çelebi, varoşta birkaç acı su kuyusu olduğunu,
limanda bezirgân mahzenleri bulunduğunu, limanda büyük gemilerin demirleyemediğini söyler.Varoşta ayrıca irili ufaklı toplam 1600 avlusuz, daracık ve hepsi kiremit örtülü, temiz ve beyaz, kale gibi sağlam kat kat evler bulunur dese de 4 hektarlık bir alan için bu rakam abartılıdır. İki adet camii, iki adet mescid, bir medrese, iki mekteb ve toplam elli dükkân sayar. Gerçekte medresenin varlığı şüphelidir. Zira Rumeli’ye ait resmî ve çağdaş medrese kayıtlarında bu medrese gözükmemektedir.“Ve birkaç acı sulu kuyuları var. Ve liman kenârında bâzergân mahzenleri var. Bu taraf limandır, ammâ büyük gemiler yatamazlar. Benefşe firkateleri ve Gelibolu ge-mileri yatırlar. Ve bu mezkûr varoş içinde irili ve ufaklı cümle bin altı yüz aded havlısız daracık ve cümle kiremit örtülü kat-ender-kat kârgîr binâlı kal‘a-misâl Şed-dâdî-eser evlerdir. Cümlesi pâk ve beyâz ve nazîf büyût-ı ra‘nâlardır. Cümle kârgîr kubbeli ve kârgîr minâreli iki aded câmi‘leri çârsû içre olmak ile ikisi de cemâ‘at-i kesîrelidir. Ve cümle iki aded mesâciddir. Ve cümle bir medresedir ve cümle iki mektebdir. Ve cümle elli aded dükkândır.”Evliya Çelebi Menekşe ’deki su sıkıntısına da dikkat çeker. Hiç sebil, çeşme ve hamam bulunmadığını söyler. Su sıkıntısına rağmen ahalinin şehre su getirilmesine de karşı çıktığını, su gelmesi halinde sarnıçları boş vereceklerini ve olası bir muhasara sırasında susuzluktan kaleyi teslim edebilecekleri fikrinde olduğunu, yine de her evde sarnıçlar bulunsa da kimsenin kimseye damla su vermediğini ileri sürer. Kayalık bu şehirde bağ bahçe bulunmadığını,havasının gayet sıcak olduğunu, insanlarının beyaz tenli olduğunu ve kalelerinin Allah tarafından korunduğunu da anlatır.“Sudan gayri bu şehirde her ne murâd edinsen bulunur, illâ su bulunmaz. Miskâl ile su bulunduğu ecilden bu şehirde aslâ çeşme ve sebîlhâne ve hammâm yokdur. Bu şehre âb-ı hayât su gelmek kâbildir ammâ cümle şehir halkları ale'l-ittifâk şehre su gelmesine sâhib-i hayrları men‘ ederler. Sebebi oldur kim, "Çeşme sularımız vardır deyü mağrûr olup su sarnıçlarımıza mukayyed olmayup vîrân olur, hîn-i muhâsarada küffâr gelüp taşradan gelen sularımızı kesüp cümlemiz susuz kalup amân deyüp kal‘ayı kâfire vermek iktizâ eder" deyü bu fikr ile ahâlî-i vilâyet şehre su geldiğin istemezler. Ammâ her evde beşer onar aded su sarnıçları mukarrerdir. Cümle üç bin aded sarnıçları var kim mâh-ı Temmûz'da her biri âb-ı hayât olup buz pâresidir, ammâ cümle sahrîcleri mühürlüdür kim bir komşu bir komşuya bir katre içmeğe su vermez. Ve cümle iç kal‘anın kızıl kayasından cereyân eden bârân-ı rahmete yollar kesüp mîrî sarnıçlara, andan şehir evleri sarnıçlarına dolar. Cemî‘i hânedânların dam bâmları üzre cereyân eden matar-ı rahmetin bir katresi hebâya gitmeyüp sahrîclere akar. Bu şehirde aslâ bâğ u bâğçe olmaz, zîrâ cümle seng-i hârâdır. Ve hevâsı gâyet ısıcakdır. Ve mahbûbu ve mahbûbesi gâyet akdır. Ve kal‘alarının hâfızı Hallâk-ı Rezzâkdır.” Menekşe kalesinin bir ada olduğunu, Batı yönünde anakara tarafında deniz üzerinde 450 adım uzunluğunda 11 göz taş bir köprü bulunduğunu, köprünün olduğu yerde deniz sığ olduğu için köprü altından balıkçı kayıklarının geçebildiğini, köprünün her iki tarafı liman olsa da büyük gemilerin yanaşamadığını bildirir.
“Ve bu Benefşe kal‘ası bir adadır. Ancak kara tarafı ki garb cânibidir, ol mahalde
deryâ üzre on bir göz taş cisir var. Tûlu dörd yü[z] elli adımdır. Cisir olduğu mahal sığdır. Tâ cisirler altından balıkçıların kayıkları bir tarafdan bir taraf deryâsına geçer, zîrâ bu cisrin iki tarafı liman dır, ammâ büyük gemiler müşkil yatırlar”
Son olarak Benefşe’nin limanı hakkında bilgiler verir. Limanın Yıldız, Karayel ve Batı rüzgârlarından korunaklı, iyi bir liman olduğunu, 200 parça geminin rahatlıkla demirleyebildiğini, limanın batı tarafında iyi sular bulunduğunu söyler. Benefşe köprüsünün yarım saat güneyindeki bağlar ve bahçelerin Benefşe ahalisine ait olduğunu, burada iyi sular, sulu meyveler ve yemesi hoş üzümlerin bulunduğunu yazar.
Ammâ eski Benefşe limanı gâyet latîf ve top altında a‘lâ yataklı liman-ı emân olup iki yüz pâre gemiler yıldızdan ve karayelden ve batıdan bu üç rûzgâr-ı zorkârdan âsân yatır. Cümle gemiler başların karada taşlara yıldız cânibine bağlar. Ve lodos cânibine on kulaç yerde demir korlar, ammâ lodosa ve kıblede ve gün doğusunda gemiler yatamaz, gâyet müşkildir.