Resmi evrakları güç bela aldıktan sonra yolculuğumuz Koron'a doğru devam etti. Esma hatun at üzerinde uzun süre yolculuk yaptığı için iyi bir binici gibi atı kontrol edebiliyordu. Vadileri, bayırları ve teperi aşıyorken Modon' çoktan ardımızda bırakmıştık. Öğle ezanı, sanki Moralı Beşir Ağa Camii imamı İmameddin Çelebi o eşsiz sesinden duyuluyordu. Atlardan indik ve Sultan II. Bayezid Camii'nde öğle namazını kıldık. Caminin dolu olması Müslümanların bölgede yoğun olduğunu göstermekteydi. Öğle namazının ardından Modon kalesine doğru yolculuğumuza devam ettik.Koron Kalesi, Mora yarımadasının güneybatı uzantısının uç noktasında Kalamata körfezine bakan mevkide yer alır. Burası önce Venedik, sonra da Osmanlı limanı ve müstahkem şehri olarak gelişme göstermiştir. Venedik hâkimiyeti döneminde yakınındaki Modon ile birlikte Venedik-Levant arasındaki yolun ortasında, Venedik filosuna gözetleme noktası ve ikmal istasyonu olarak hizmet veren ileri karakol durumundaydı. Osmanlı döneminde ise bir kadılık merkezi ve önemli bir askerî deniz üssü özelliği taşıyordu. Üçgen biçiminde olan tarihî Koron Kalesi, kayalık bir zemin üzerinde üç tarafından basamak şeklindeki sarp kayalıklarla korunan bir mevkide inşa edilmiştir. Piramit şeklindeki bu oluşumun tepe noktasına ana karaya bakan tarafından dar bir kara köprüsüyle bağlanılır. Burada kalenin en müstahkem yeri olan iç kalesi bulunur. Dış kısımda, bugün artık hemen hemen tamamen ıssız durumda olan kalenin kuzeyinde, Osmanlı dönemindeki varoşun devamı olan ve XIX. yüzyıldaki görünüşünü önemli ölçüde muhafaza eden modern şehir yer alır. Venedik ve erken Osmanlı döneminin varoşu Livadya da kalenin aşağısında denize doğru uzanan kayalık bir arazide yer almaktaydı.
Koron, Bizans’ın orta dönemlerinde, ortadan kalkmış olan antik Asine şehrinin bulunduğu yerde kurulmuştur. Buraya yerleşenler, şimdiki mevkiinin 10 km. kuzeyindeki harap olan antik Koroni şehrinden gelmiş ve yeniden ihya ettikleri Asine’ye kendi şehirlerinin ismini vermişlerdir. Koron, Haçlı seferleri sırasında Villehardoin kumandasındaki kuvvetler tarafından 1205’te Bizanslılar’dan alındı. Ancak 1206’da Venedik’e bırakıldı. Venedikliler, bu tarihten itibaren 1500 yılına kadar burayı ellerinde tuttular. Osmanlılar ilk olarak 826’da (1423) kısa bir süre için kaleyi zaptedip yağmaladılar. II. Mehmed 864’te (1460) Mora’yı Bizanslılar’dan aldığı sırada Koron, Modon ve Navarin’e Venedikliler’e ait olması dolayısıyla dokunmadı. 1499-1503 yıllarındaki Osmanlı-Venedik savaşı esnasında Muharrem 906’da (Ağustos 1500) II. Bayezid kumandasındaki Osmanlı ordusu kuşatma altına aldığı Modon Kalesi’ni fethedip kale muhafızlarını kılıçtan geçirdikten sonra Koron ve Navarin’i de teslim aldı. Yerli halk, Venedikliler’in Osmanlılar’dan henüz geri aldıkları Kefalonya adasına nakledildi. II. Bayezid, Modon’a 500 yeniçeri ve 1000 azabdan oluşan bir birlik yerleştirdi. Koron’daki Venedik Merkez Kilisesi camiye çevrildi (II. Bayezid Camii). Atik (Hadım) Ali Paşa da kasabaya bir hamamla bir muallimhâne yaptırdı.Kasabanın Osmanlı hâkimiyetinde bulunduğu ilk yıllardaki durumu, Târîh-i Sultân Bâyezid Han adlı eserde bulunan bir minyatürde gerçeğe yakın bir şekilde tasvir edilmiştir. Bunun dışında kasaba hakkındaki en ayrıntılı bilgiler tahrir defterlerinde yer alır. 1528 tarihli Tahrir Defteri’nde Koron’da 217 kişilik bir askerî birlik ve yirmi beş hâne sivil Müslüman nüfusun yanında 715 hâne Rum ve otuz yedi hâne yahudi olduğu belirtilir (toplam 3800-4200 kişi). Bu durum, Koron’un 1500’deki fetihten sonra hızlı bir şekilde gelişerek bölgenin önemli şehri haline geldiğini gösterir. Bundan sonra 938’de (1532) Kanûnî Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi sırasında Koron kısa bir süre için de olsa Osmanlılar’ın elinden çıktı. Andrea Doria kumandasındaki Ceneviz donanması, kalenin önündeki denize doğru uzanan düzlüğe asker çıkararak savunmayı kırmış ve garnizondaki askerlerle sivil halkı esir alıp Sicilya’ya nakletmişti. İki yıl sonra Ramazan 940’ta (Nisan 1534) Semendire beyi ve Slavonya fâtihi Yahyâpaşazâde Mehmed Bey kumandasındaki bir birlik karadan, bir deniz filosu da denizden saldırıya geçerek Koron’u anlaşma yoluyla geri almayı başardı. Kaledeki İspanyol birliğine serbestçe çıkış izni verildi.
İnebahtı Deniz Savaşı sırasında 1571’de müttefik Haçlı donanmasının saldırısına uğrayan Koron 1685’e kadar ciddi bir tehditle karşılaşmadı. 1668’de Evliya Çelebi Koron’u 600 hâneli, daha önce kilise iken camiye çevrilen Sultan Bâyezîd-i Velî Camii, Frenk usulüyle inşa edilmiş küçük güçlü kalesiyle ayrıntılı bir şekilde tasvir eder (Seyahatnâme, VIII, 326-333). Yine ona göre etrafı sursuz olan varoşta 600 hâne, bir cami, üç mescid, bir medrese, iki tekke, bir hamam, bir han ile 200 dükkân bulunmaktaydı. Ancak Evliya Çelebi’nin verdiği toplam 1200’e ulaşan hâne sayısı abartılıdır. Ayrıca Koron’da Atik Ali Paşa’nın muallimhânesi dışında bir medresenin bulunduğuna dair bilgi yoktur.
1685 yazında Koron, güçlü savunmasına rağmen Mora’da müttefik hıristiyan güçlerin eline geçen ilk kale oldu. Venedikli kumandan Morosini kaledeki askerlerle sivil halkı tamamıyla katletti. Koron otuz yıl Venedik idaresinde kaldı. Şâban 1127’de (Ağustos 1715) Silâhdar/Şehid Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu burayı yeniden ele geçirdi; kasaba, Yunanistan’ın kuruluşuna kadar Osmanlı toprağının bir parçası olarak kaldı. XVIII. yüzyıl Koron ve ticarî faaliyeti için bir gerileme dönemi oldu. İstihkâmlar ise bu dönemde önemli ölçüde tamir gördü. 1225’te (1810) buradaki Osmanlı birliğinde yine 217 muhafız bulunuyordu. Bu dönemde bir zamanlar canlanmış olan ipek ve zeytinyağı ihracatı tamamıyla durdu.
Sinan Çavuş, Serhenk Kalender ve Dizdar Kemal Efendi’nin akibeti hâlâ belirsizliğini koruyordu. Aslında bu üç kişinin Ali Derviş Ağa'nın ölümünden sonra kaybolması da son derece şüphe uyandırıyordu. Merhum Ali Derviş Ağa'nın toprak ağalığı dışında çok sevdiği ve kimselere açmadığı bir yeteneği de vardı o da: Divan-ı Ali Derviş adını taşıyan bir eser kaleme almıştı ve vasiyetinde bu eserin Sultan II.Mahmud ’a hediye edilmesi belirtiliyordu.
Ali Derviş Ağa çiftlikteki evinde çalışma masasında bulunduğu anlarda uzun geceler hokka ve divit takımıyla bir şeyler yazardı. Sabah ezanıyla birlikte yazmaya ara verir ve namazı kıldıktan sonra hazırlığını yapar ve çiftlikten kasabaya doğru yola çıkardı.
Esma Hatun'un Ali Derviş Ağa'nın yazdıklarına bir anlam veremiyordu yada buna anlam verememesinin altında Türkçesinin yeteriz oluşu yatmaktaydı.
Anlaşılan Ali Derviş Ağa Osmanlı Devleti’ne sadece emlak ve arazi bırakmamıştı. Belki de onlardan daha değerli olduğu tahmin edilen ilmi bir çalışma kaleme alıp Sultan II.Mahmud Efendimiz Hazretlerine vasiyet yoluyla hediye etmişti...