Yabancı uyruklu öğrenci potansiyelimizin farkında mıyız? -1
29 Temmuz 2018 06:00
Uluslararası öğrenci pazarı, Dünya çapında 200 milyar doların üstünde devasa bir miktarla, küresel ekonomide gözle görülür bir pay oluşturuyor. İngiltere, ABD, Fransa, Avustralya ve Kanada uluslararası öğrenci pazarının önemli bir kısmını elinde tutuyor. Hindistan, Pakistan, Körfez’deki Arap ülkeleri, Güney Kore, Afrika ve Orta Asya ülkeleri diğer ülkelere öğrenci gönderen ülkeler denildiğinde akla ilk gelen ülkelerden.
Tam aksine, Türkiye’den yaklaşık 70 bin öğrenci yurtdışındaki üniversitelerde öğrenim görmek üzere yurtdışında bulunuyor. Buna karşılık, yaklaşık 100 bin yabancı uyruklu öğrenci ülkemizde yükseköğrenim görüyor.
Ülkeye gelen veya ülkeden giden öğrencinin, öğrenim ücretinden daha fazlasını barınma, iaşe, yolculuk, sağlık gibi yaşama maliyetleri dolayısıyla yaşadığı ülkede bıraktığı ve bunun özellikle az nüfuslu ülkelerde önemli bir ekonomik hareketlilik sağladığı biliniyor. Malta, Kıbrıs, Bosna-Hersek gibi ülkeler için bu ekonomik girdi diğerlerine göre daha önemli olabiliyor. Büyük bir ekonomiye sahip olan İngiltere için ise uluslararası öğrenci piyasası asla vazgeçilemeyecek büyük bir sektör…
Fakat uluslararası öğrenci trafiğini sadece ekonomik girdiler üzerinden değerlendirmek büyük haksızlık olur. Çünkü konunun kültür ihracından diplomasiye, toplumların tanışmasından kalıcı sosyal ve iktisadi ilişkilere kadar birden çok boyutu var. Ülkelerin ve toplumların bu yolla birbirini tanımaları, uzun vadeli kültürel ve ticari ilişkilerin kurulması bakımından özellikle önem arz ediyor.
Her bölgenin öğrencisinin getirdiği katkı farklı… Afrika’dan, Güneydoğu Asya’dan gelen bir gencin öğrenimiyle birlikte, Türkiye’de kaldığı sürede Türkçe’yi ve Türk kültürünü öğrenmesi; aradaki kardeşlik bağlarının kurulması için iyi bir başlangıç olabiliyor. Afrika’dan gelen öğrencilerin not ortalamaları oldukça yüksek. Türkçe’yi hiç yadırgamadan hızla öğreniyorlar.
Türkiye, Türkler, akraba veya yakın toplulukların buluşabileceği bir HUB’a dönüşmüş durumda… Hele ki, Türkçe’nin şive ve lehçeleriyle birlikte geniş bir coğrafyada yaygın olması, 20- 30 yıl öncesine kadar yüzyıldır birbirinden habersiz yaşayan toplulukların Türkiye’de buluşması bakımından farklı bir güzellik ortaya çıkarıyor. Afganistan’dan Tacikistan’dan, Kazakistan’dan gelen Özbekler birbirileriyle İstanbul’da karşılaşabiliyorlar. Azerbaycanlılar ve Ahıskalılar için Türkiye’de dile ve çevreye alışmak sadece birkaç hafta istiyor. Aynı yurtta kalan Bir Türkmen, Uygur ve Özbek birbirilerinin dil, kültür, mutfak ve alışkanlıklarıyla daha yakından tanıdıkça hayrete düşüyorlar. Kafkasya’dan bir Kumuk, Nogay, Avar, Çeçen veya Lezgi bir yandan Türkiye Türkçesini öğrenirken diğer yandan kültürel yakınlıklarını ve benzerlikleri keşfediyorlar. Bunun da ötesinde zihinlerine anayurtlarından sonra ikinci ülke olarak diğer bir ülkeyi değil, Türkiye’yi nakşediyorlar.
Bu kardeş öğrencilerimizin üniversitelere verdikleri renklilik; önemli projelerde tercüman veya akademisyen olarak yer almaları akademik artı değer sunuyor. Kendi kültürlerinden, mutfak ve renkliliklerinden ülkemize taşıdıkları güzellikler; Türkiye’deki sivil topluma, dernek ve vakıflara gönüllü katkıları; mezuniyet sonrasında kendi ülkeleriyle Türkiye arasında köprü kuran ticari ve kültürel bağlar gibi birçok olumlu unsuru dikkate almak gerekiyor.
Bu öğrenciler, Türk öğrencilerle karışık sınıflarda onlara farklı ve geniş düşünme, empati kurma, farklı kültürleri tanıma gibi avantajları yurtiçinde sunmuş oluyorlar.
Uluslararası öğrencilere ev sahipliği konusunda (son 10 yıl istisna tutulursa) geç kalınmış olsa da Türk üniversiteleri bu açığı kapatmaya azimliler ve birbiriyle yarış halindeler. Artık herkes durumun önemi ve gerekliliğinin farkında…
Devam edecek…