Güneşin hafif hafif kendini belli ettiği harika bir Pazar sabahıydı. Karşımda dünyamın en güzel kadını; bukle bukle saçları, elinde sallama çayı ve yüzündeki masum gamzesiyle bana gülümsüyordu. Geçen yaz devrilmiş bir ağaçtan ona göre beraber, aslında benim yaptığım meşe sehpaya bıraktı bardağını. Sağ elini kaldırıp ne var dercesine anlamsız bir ifadeyle bön bön bakıyordu. Dayanamayıp sordum haliyle
“Kahvaltı yok mu sevgilim?”
Yok anlamında kafasını salladı.
Biraz kıkırdayarak yine ekmekleri mi yaktın yoksa der demez suratını astı.
“Üzülecek bir durum yok bu kadar yenisini alır gelirim.” dediğimde
Aferin manasında alkışlamaya başladı.
Filiz benim hayatımın tamamıdır. Beni hayata bağlayan tek gerçektir aslında. Onu kıyaslayacak ne bir kelime bulabilirim nede cümle kurabilirim. Anlatmaya çalışabilirim aslında, ancak elbette ki yetersiz kalacaktır. Yine de biraz tanımlayayım.
Oksijensizlikten öleceğinizi düşünün. Son yirmi saniye kalmış dudaklarınız kurumuş, kan akışınız yavaşlamış haliyle renginiz solmuş. Biri geliyor size nefes veriyor bu ilerliyor damarlarınızda dolaşan kana karışıyor. Nefesine birazda mutluluk hormonu eklemiş olacak ki artık hayata başka şekilde bakar oluyorsunuz. Negatifliği azaltıp pozitifliği çoğaltılmış bir yükleme yapılmış gibi adeta tek nefesle değişim yaşıyorsunuz.
Zamanında bir iddia ile kazandığım müzik çalarım halen çalışıyordu. kulaklıkları takıp en sevdiğim şarkılardan biri “Benim Gözüm Sende”yi dinliyordum. Dinlerken de bir yandan Türkan Şoray’ın Kadir İnanır ile oynadığı film canlandı gözümde ne günlerdi diye iç geçirdim. Köşedeki şarapçı dayıya bir selam çaktım ve görme engelliler için yapılmış kaldırım eklemelerinin elektrik direğine doğru gittiği o anlamsız düzenekte patır patır yürüdüm. Hangi insan toplum yararına olacak bir şeyi zarara çevirir ki? Ne garip ülkeyiz değil mi?
Tam da aklımdan neyse ki bahar geldi yeni yeni açmış çiçeklerin o güzel kokuları saracak etrafı diye iç geçirirken gözlerim büyük şehrin pisliğine bulandı. Elli katlı binalar, lüzumsuz arabalar, sıkışık trafik ve kaybolan hayatlar ile dolu koca yerleşke. Sorsanız şehir çok güzel derler bilmezler ki perişan haldeler. Bunu da asla anlayamazlar huzur her zaman sakinliktedir. Her zaman insanlara sakin olmaları söylenir. Bir rehine durumunda yada bir yakınınız öldüğünde size daima sakin olmanız söylenir. Öyleyse buna kulak asmayıp sizi delirtecek şekilde tempolu bir hayata neden sahip olmak için bu kadar çaba harcıyorsunuz? Bunları düşünürken çoktan bakkala varmıştım. Şükrü Ağabey yine sol üstte duran televizyona kilitlenmiş sabah haberlerini izlerken beni fark etmemişti. Hayırlı işler diyerek kendimi belli ettim ve ekmek dolabından iki somun alıp karşısına gelince parayı uzatıp hoşçakal dedim.
Eve döndüm. Kapıyı açtığımda beni o tatlı şapşallığı ile hayallerimin ötesinde bir güzellik ve onun maymun şeklindeki pandufları karşıladı.
Bu yazılar Gökhan’ın günlüğünden. O korkunç geceden sonra Filiz ancak bu yazılar ile hayata tutunabilir oldu.
Öylesine bir akşam yemeği yemek istemişlerdi. Niyetleri sadece birbirlerine bakmak sevgilerini taze tutmak aşklarına biraz daha anı biriktirmekti. Filiz’e Lacivert elbisesi o kadar yakışmıştı ki gözlerini ondan alamıyordu. Gökhan zaten bakarken sarhoş olmuştu. Alkol ile kazanılan sarhoşluktan bin kat daha iyiydi bu. Yemeklerini yediler hesabı ödeyip kalktılar. Arabalarını valenin getirmesini beklerken koşarak gelen bir kapkaççı Filiz’in çantasını almış topukluyordu. Filiz ne olduğunu anlayamamışken Gökhan çoktan peşine düşmüştü. Çok uzaklaşmadan yakaladı adamı. Nefesi biraz kesik şekilde
“Yürü git elimden kaza çıkmadan” diye söylendi.
Kapkaççı elini arkasına attı ve silahını çıkardı.
“Çantayı bana ver çantayı bana ver” diye bağırıyordu.
Bu sırada Filiz’de az biraz yaklaşırken Gökhan ona eliyle gelme diye işaret yaptı. Kapkaççı halen çantayı bana ver yoksa seni vururum diye bağırıyordu. Gecenin bu saatinde neler oluyor diyerek insanlar o yöne doğru bakmaya ve gelmeye başladılar. Ne yapacağını bilemeyen nutku tutulan kapkaççı birden silahını ateşledi ve Filiz için hayatının en kötü anları başlamıştı. Gökhan kalbinin üç parmak yukarısından vurulmuş, ceketinin mendili ile beyaz gömleği aynı renk olmaya başlamıştı. Kapkaççı bu sırada çantayı almadan, arkasına bakmadan koşmaya başladı. Gökhan yolun ortasına düşmüş Filiz’in gözünden yaşlar süzülüyordu. Hızla yanına koştu. Dudakları titreyerek gözünden yaşlar akıyorken sevdiği adam kollarında merak etme der gibi ışıltılı gözlerle belki de son defa ona bakıyordu. Haykırmak, bağırmak, isyan etmek istiyordu ama yapamıyordu çünkü konuşma yetisi yoktu…