İroni yapmıyorum. Gercekten,en samimi duygularımla söylüyorum. Şimdi yazacağım konuda yanlışlarım,gereksiz yargılarım,bencilliklerim veyahut yanlış gözlemlerim varsa lütfen beni düzeltin. Çünkü gözlemlerimin,analizlerimin doğruluğundan henüz ben de emin değilim. Her zaman yaptığım gibi Tanrı'mla muhabbet,dua ve istişare sürecindeyim. Benim Tanrı'm,kendimi bildim bileli hep dualarıma cevap verdi,onu objektif,samimi bir şekilde aradığım her yerde cevapları tık tık tık önüme serdi ve bunun için bazen insanları,bazen hayvanları,bazen bitkileri,doğayı ve bazen de kitapları aracı olarak kullandı. Ve şimdi,analiz aşamasında olduğum bu konuda eğer bana cevap verirseniz ben bir şekilde bunu da Tanrı'nın mesajı olarak algılayacağım. İnanmamakta sonunda kadar özgürsünüz,ütopik veya bilimle ilgili olduğunu söylerken saçma mistik inanışların var da diyebilirsiniz. Ancak ben Tanrı'nın bizimle konuştuğuna,bize cevap verdiğine inanıyorum. Ve bunu bir çok kez deneyimledim. Yeter ki biz onu dinlemesini bilelim.
Mutlak kaderin yanı sıra,hepimiz kendi çizdiğimiz bir kader olduğuna inanıyoruz. Rab'bimizin dualara cevap veren bir Rab olduğunu biliyoruz ki,bunu kendisi de kitabında bir çok yerde söylüyor zaten. Peki ya acı kayıplarımız. Dünyamızın başımıza yıkıldığı o acı durumlar,o feryatlar. O ölmek isteyişlerimiz.
Eşimin halasının oğlu üç gün önce vefat etti. Kendisi kırk üç,eşi kırk yaşında ve iki çocuğu var. Allah başa vermesin kadın perişan bir hâlde. Onun halini görüpte ağlamamak elde değil. Üç gündür kadın çıkmıyor aklımdan. Bundan sonra ne yapacak,nasıl geçinecek,iki çocuğu nasıl idare edecek,tutucu bir ailede bir daha evlenebilecek mi.( Yalnız tek bir cevabı kabul etmiyorum. Çalışsın baksın kendine,kadın her daim kendi ayakları üzerinde durabilir gibi yargıları kabul etmiyorum. Konumuz kader ve dua. Hem ev,hem iş,hem çocuğu aynı anda idare edebilen kadınların önünde saygıyla eğildiğimi her fırsatta dile getiriyorum. Ancak kendisinde bu gücü bulamayan,ve evi ancak kaldırabileceğini söyleyen kadınlara ki o kadınlardan biri de benim yargıyı kabul etmiyorum. Allah bile insanı ancak gücünün yettiğinden sorumlu tutarken,gereksiz hiç bir yargıyı kabul etmiyorum. ). Neyse. İşin özüne dönecek olursak, bu ölüm bu kadın veya eşi için gerekli olabilir mi? Daha güzel kapılar açabilir mi? Ya da gerçekten bu abla bunu kaldırabilecek güce sahip mi? Hani bizim şer bildiğimizde hayır vardır meselesi.
Özgecan olayını hepimiz biliyoruz. Bu vahşet,hepimizin ciğerini deldi geçti. Ailesi yıkıldı. Milyonlarca kadın cenazesini sahiplendi. Ancak Çarşamba Perisi Özgecan'ı okuduğumda ben biraz daha farklı bir durumla karşılaştım. Yazar,aileyle röportaj yapıp,Özgecan'ı,hayallerini,kişiliğini öğreniyor ve kitabı buna göre düzenliyor. Baba Mehmet Aslan Özgecan'ı kaybettikleri ilk günlerde masada kimin getirdiğini bilmediği bir kitap buluyor. Levh-i Mahfuz (Kader Levhası). Kendisini ayakta tutanın bu kitap olduğunu söylüyor. Ve daha sonra Özgecan'ın notlar tuttuğu kitapta bu kitaptan da notlar buluyorlar. Ve ben size burada ailenin tevazusunu,yüce gönüllüğünü,o acıyla nasıl başa çıktıklarını anlatamam. Her satırında bu nasıl bir sabır,nasıl bir anlayış,nasıl bir tam tevekkül hâli demeden edemiyorsunuz. Bence hissetmek,Özgecan ve ailesini anlamak için okuyun. Ve aile,evet bu vahşet katlanılabilir gibi bir şey değil ancak Tanrı tüm güzel işleri çirkin insanların işlerinin içine gizlemiştir,diyerek durumun değerlendirmesini inanılmaz bir bakış açısıyla yapıyorlar. Ve bu ölümün Özgecan'ın bir çok hayaline kapı açtığı,gerçekleştirdiği kanaatindeler.
Gerçekten duanın kabul şartı nedir? Başımıza gelen,dayanamıyorum dediğimiz olaylara aslında gerçekten gücümüz yetiyor mu? Tanrı'ya,Allah'a, Rab'be tam iman etmek herşeyin anahtarı mı? Şahsen,ilk ikisini bilemiyorum,sonuncusuna benim inancım tam. Peki ona tamamen güvenmek herşeyin çözümüyse bu kadar stres,koşturmaca,panik hâli neden?