Masmavi bir deniz düşlüyorum. Yaz akşamındayız. Yakamozun kıyıya vurduğu bir akşamda. Yosun kokusu daha da ağırlaşmış. Sıcak bir rüzgar, omuzlarıma takılıp geçiyo. Yanımda tanıdık hiç kimse yok. Bir ben varım bir de kendim. Başbaşayız, geri kalanlar yazlıkçı. Yaş ortalaması belli 50. Şezlonga uzanmış kitabını okuyanlar, içkisini yudumlayanlar, kadının saçını okşayanlar ve "yalnızlar." Eski İstanbul beyefendisinin son mirasçıları bunlar. Gıpta ederek bakıyorum. Denize mi bakmalı yoksa güzel gülen adamlara mı bilemiyorum. Dönüp geçmişime bakıyorum.
Artık keşkelerimi ardımda bıraktım. Döndüm yarınıma. Kırıldıklarımla büyüdüm, üzüntülerimle öğrendim. Güzel olan ne varsa hepsini hiç usanmadan sevdim. Ve şimdi buradayım, yolun başında. Böyle bir şeyi öğrendim diyosun, daha fazla ne olabilir ki, daha ne kadar acı çekebilirim ki diyosun tam o sırada yeni bir şeyler oluyor. Yolun başına atıyor seni hayat.
Şimdi bir elimiz de biz, diğerinde olmak istediklerimiz. Neyimiz eksikmiş? Olmak istediklerimizden. İçimize bir umut kırıntısı bıraksa biri, her şey tamam aslında. Biraz da istek taneleri. Çünkü belli, biri bunu bize öğretmeden biz bir şey yapamayacağız galiba. Ama ya birileri yoksa? Omzumuzdan tutup bizi sarsacak kimse yoksa eğer; işte o zaman elimizi kalbimize koyup kendimize el uzatacağız. Yalnız değiliz biliyosun. Her şey bizim.