Giriş yap! Hesap oluştur!
Nedir?
Ara
Şifreni mi unuttun?
Yine Sana Dair - Sözümoki
16 Haziran 2019, Pazar 14:12 · 579 Okunma

Yine Sana Dair

“Seni hiç sevmeyeceğim” dedi, başını sola devirerek. “Seni kesinlikle sevmeyeceğim. Çünkü sensiz hayatımı idame ettirebiliyorum ve sana bir an bile ihtiyacım yok.”



Halbuki çay içiyorduk. Çay merhametti, çay umuttu, çay refahtı. Çay tozpembe hayallerin bardaktan sekerek ruha dolmasıydı. Çay içilen adama böyle şeyler söylenir miydi hiç? O söylemişti. Sanırım hata bendeydi. Sevdiğimi açıklamakla kalmamış, onun adını -kendimin verdiği yetkiye dayanarak- Çukurcuma’da iki sokağa verdiğimi ve ne zaman o sokağa girsem bir sigara yakıp oturduğumu da söylemiştim. Oysa ki o sokağın onunla hiçbir ilgisi yoktu, bir menekşe ile buzdolabı ne kadar benziyorsa o kadar benziyorlardı. Zaten bunun için sevmemiş miydim onu? İlhan Berk okuyup Hümeyra dinleyecek birini isteseydim kendim gibi birine aşık olurdum. Kendim gibi aciz birine.



Kafamda tuz kamyonları devriliyordu. Can kaybı yoktu ama toz dumana karışmıştı bir kere. İki Kızılderili, bir de Kuzey Avrupalı ömrü kadar yutkunduktan sonra sorma gereği hissettim: “Pekiyi hiç ihtimal yok mu? Mesela şairin dediği gibi: ‘Sana kullanılmamış bir gök getirsem?’ O zaman da mı olmaz?”. Sigarasından son nefesi aldı, yüzünü buruşturdu. Yüzünü buruşturduğunda tombul Efes içen dayıma benziyordu. “Hayır, o zaman bile olmaz. Çünkü ben de her ne kadar kabul etmek istemesen de senin gibiyim, bana ihtiyacı olmayan başka birini seviyorum.”



Ucuzluktan aldığım kol saatimi yokladım. “Hala çalıştığını hissettiğime göre ölmedim” diye düşündüm. Sağımdaki masaya baktım. Saçları üniversite kızılına boyalı kız karşısındaki başka bir kıza eski sevgilisini anlatıyordu. İmrendim. Kıza değil, eski bir sevgilisi olduğuna. Eski bir sevgilim olsa kendimle gurur duyardım, ayrılabileceğim bir sevgilim olduğu için! Oysa o hararetli konuşmasının ardına gizlediği kıskançlıkta karşısındaki kızın mutlu ilişkisinin detaylarını dinlememek yatıyordu. Kızıl saçlının karşısındaki mutlu kız durumu bilmese bile ben biliyordum, çünkü bir keresinde benim de mutlu olmuşluğum vardı.



İlgimi tekrar masaya yönelttim. Toz duman dağılmaya yüz tutmuştu. Yüzüne baktım. Yuvarlak ve biçimli bir yüzü vardı. Annesinin öğüt vermesini bitirmesini bekleyen çocuk tavrını takınmıştı yüzüne. Bir an önce bu “saçmalığa” son verip, kuytu ve tedirgin yalnızlığına çekilmek istiyordu. Haklıydı da. Ona sahafa iki paket karşılığında satmayı planladığım eski kitaplarımdan başka vaat edebileceğim bir şey yoktu. Bir de dibinde çay kalıntıları bulunan termosum vardı ama onu teklif etmek istemedim. Ayağa kalktım, çay bahçesinin koca göbekli sahibesine doğru meylettim. Yarım günlük harçlığımla hesabı ödedim. Aslında hesap yarım gün ederinde değildi ama sabah aldığım sigara da maliyet dahilindeydi. Ona doğru döndüm. “Hadi” dedim. “Kalkalım”.



Sesimi duyunca büyük bir iştahla çantasını toparlamaya başladı. Yüzümün halini görmüş olacak ki durağa yürürken hala az miktarda mevcut olan nezaket kırıntılarını kullanarak hayatında olmamı istediğini, arkadaş kalabileceğimizi ve benimle konuşmaktan keyif aldığını söyledi. Fonda gece kulüplerinin kapanışında çalan ve “siktirin gidin artık” anlamına gelen yavaş bir Sezen Aksu eseri çalıyordu adeta. Bununla da yetinmedi, benim düşünceli ve iyi biri olduğumu söyledi. Ben iyi olmak istemiyordum. Çünkü bir duvarda görmüştüm, “iyi olmayın arkadaşlar, iyileri sikiyorlar” yazıyordu. Bir duvar asla yanılamazdı sonuçta, yoksa yanılabilir miydi? Hayatımın belki de en gavat poziyonuna düşmemek için itiraz edecektim ama boğazımdan sadece hırıltılar çıktı. İshal olan popüler site çocuğunun eve kaçışı misali, ciğerlerim böbreklerimle sevişene dek koştum, kaçtım yanından. Biliyordum yanında kalırsam ağlayacaktım. Ve sadece iyiler ve zayıflar ağlardı, bunu da biliyordum; aynı onun iyi ve zayıfları sevmediğini bildiğim gibi.



3 tam gün 4 de iş günü kadar onu düşündüm. Düşünmem bittikten sonra Aydın Abi’nin barına gittim. Bir kendime bir de masamdaki boş olan sandalyeye bira söyledim. Aydın Abi durumu anlayınca “İyi misin koçum?” dedi. Ona bir dedenin torununa takındığı babacan tavrı takındım. Benim kafamın içinde olduğu ve dışarıda bir yerlerde yaşamaya devam ettiği sürece, yanımda oturmasının niçin önemi olsundu? Hem yeterince konsantre olup onu düşünürsem arada bana Cemal Süreya okuduğu bile oluyordu. Ama Aydın Abi bunu nereden bilecekti ki? “Boğazım ağrıyor abi” dedim, “İkinci bira biraz ılısın diye şimdiden söyledim”. İkna olmasa da kafasını sallayıp diğer müşterilerinin yanına gitti. Sapık gibi görünmemek için tuvalete gidip önceki gün satın aldığım O’nun parfümünden bileğime sıktım, masama geri döndüm. Şimdi biraz daha yakındım sanki ona. İçtim. Hindistanlı çocuklar Fransızca şarkılar söyleyene dek, Boğaz Köprüsü’nün ışıkları göğü gösterene dek.



Bardan çıktım. Göğe baktım. Yarım ay ile ilk dördün arasındaydı. Yoksa son dördün müydü? Önemi yoktu aslında bu sorunun, o dört sayısını hiç sevmezdi. Küfrettim dörde. “Neden sevdiremedin kendini?” dedim. “Onun sana da mı ihtiyacı yoktu? Benden bir farkın olmalıydı dört, benden bir farkın olmalıydı!” Sonradan lakabının Quaresma olduğunu öğrendiğim evsiz bir şarapçı yanaştı yanıma. Ona eşlik etmemi istedi, biraz da altıya küfrettik. Şarapçının kir içindeki suratına dönerek “Üstat pekiyi beşin suçu ne? Ona neden küfretmiyoruz sahiden?” dedim. Birden ciddileşti. Yeşilçam jönleri gibi hafiften gülümseyerek yerdeki kaldırım taşına baktı. “Beşle şaka olmaz evlat” dedi. “O beş bir araya gelip suratımıza şamar olarak inmeseydi sence şu an bu durumda olur muyduk?”

Yazarın diğer paylaşımları;
Sözümoki Mutlaka Bilinmesi Gerekenler
Sahibi olduğun sertifikalar?
X

Daha iyi hizmet verebilmek için sistem içerisinde çerezler (cookies) kullanmaktayız. "Çerez Politikamız" sayfasından daha detaylı bilgilere erişebilirsin.

Anladım, daha iyisini yapmaya devam edin.