Size ilk olarak Yusuf ile Züleyha'nın hikayesini anlatacağım.
Teknolojinin aşka bulaşmadığı sevginin ölçüsünün kratlarla değerlendirilmediği, cep telefonu ve internetin olmadığı 1980'lerin sonuydu. Komşunun komşudan ödünç ekmek istediği, eşyaların eskitilebildiği, hatıraların ve dostlukların çok önemli olduğu zamanlardı.
Bir sokakta bütün genç kızların birbirinin arkadaşı olduğu ama mutlaka bir ikisinin de ölümüne sırdaş kaldığı zamanlar!
Sevenlerin birbirlerinin bir bakışı ya da gülüşüyle haftalarca avunabildikleri o yıllarda, biz küçük çocuklar da aşıklar arasında zamanın emailleri ya da smsleri gibi vazife görüyor, aşk mesajlarının yazıldığı küçük notların ileticisi oluyorduk.
Toprak damlı, bitişik tek katlı evlerin olduğu sokağımıza o yaz yeni komşular taşınmıştı.
Oldukça kalabalık ve cıvıl cıvıl bir aileydi yeni gelenler. Ablalarımıza arkadaşlık edecek genç kızları, bizimle oyun oynayacak yaşta küçük çocukları ve tabi genç kızların aşık olma ihtimali yüksek bir de yakışıklı oğulları dahil, hemen her yaştan ve boydan çocukları vardı.
Sokağımızda yaşayan hemen her aile oldukça kalabalık ve komşuluk ilişkileri de oldukça sıcaktı. Bu yüzden yeni komşularla hemencecik samimi oluvermiştik.
Yeni komşuların uzun boylu, esmer, yakışıklı oğlu Yusuf, düğünlerde müzik yapan bir orkestra grubunda bateristlik yapıyordu. Her ne kadar birbirlerine belli ettirmeseler de mahallenin genç kızlarının yeni gözdesi oluvermişti, ama Yusuf'un gönlünü kaptırdığı şanslı kız, karşı komşularının kızı Züleyha idi.
Züleyha kara kaşlı, kara gözlü, uzun saçlı, alımlı güzel bir genç kızdı. Okullara tek tük kızların gönderildiği bu dönemlerde onun en büyük şansızlığı altı erkek kardeş arasında tek kız çocuğu olmasıydı.
Geçimsiz bir anneye sahip olan olan Züleyha, bu yüzden mahalledeki diğer kızlarla da pek takılmaz, çok nadir olarak dışarıya çıkabiliyordu.
Hangi arada ya da hangi düğünde birbirlerine gönül vermişlerdi bilinmez, ama birbirlerini görmek için ikisi de uygun bahaneler yaratabiliyorlardı.
O günlerde ne Zeliha'nın asacağı çamaşırlarn sonu geliyordu, ne de Yusuf'un budadığı asmanın dalları...
İki aşık birbirlerini görmek, küçük bir bakış yakalamak adına en küçük fırsatı kaçırmıyorlardı ve tabi bu küçük kaçamaklar komşuların da gözünden kaçmıyor, bu yeni aşk, mahallelinin öğleden sonrası çay muhabbetlerinin gündemini oluşturuyordu.
Bir süre sonra durumu öğrenen aile büyükleri mahallede yayılan dedikoduların önünü almak ve birbirleriyle evlenmeye uygun bu gençleri baş göz etmek için girişimlerde bulundular.
Yusuf'un ailesi, Züleyha'yı istemeye gideceği haberi mahallenin fısıltı gazetesinde hemen yayılmıştı. Tamamdı, yakında mahallede bir düğün olacaktı, biz çocuklara da gün doğacaktı.
Herkesin kesin gözüyle baktığı bu isteme olayı, ne yazık ki Züleyha'nın annesinin çıkardığı bir sorundan dolayı olumsuz sonuçlanmış ve ilk istemede Züleyha'yı, Yusuf'a vermeyi kabul etmemişlerdi.
Kız evi naz evdir denilip ikinci defa istemeye giden görücüler annenin daha sert bir tepkisiyle karşılaşmış, bir daha gitmeye tövbe edip gerisin geri evlerine dönmüşlerdi.
İsteme olayından sonra kaçabilir endişesiyle Züleyha eve kilitlemiş, birbirlerini görebilecekleri pencere saksılarla doldurmuş, Züleyha'nın küçük kardeşleri de evin her köşesine bekçi gibi nöbete tutulmuşlardı.
Yusuf'un pencerede ya da damda her görüldüğü anda, Züleyha'nın annesi, büyük bir çıngar kopartıp namusumuza göz diktiniz demeye getirip tartışmak için sudan bahaneler arıyordu.
Züleyha'dan iyice umudu kesen Yusuf'un ailesi, iki seven arasına giren bu huysuz kadının sesini kısmak için oğullarına o yazın sonunda başka bir mahalleden kız istediler.
Çok geçmeden iki evin karşındaki alanda üç gün üç gece boyunca Yusuf'a güzel bir düğün yaptılar. Gelinin getirildiği saatlerde, fenalaşan Züleyha'nın hastaneye kaldırıldığı haberi bütün mahallede yayılmıştı.
Annesinin inadının kurbanı olan bu genç kız, sevdiği gencin bir başkasıyla evleneceği gerçeğini kaldıramamış, sinir krizleri geçirmişti. Aylarca evde hasta yatan Züleyha bir daha toparlanamadı.
Yaklaşık bir yıl sonra Yusuf baba olmuş ve mahalleden taşınmıştı. Ve tabi onun ardından dayanamayan Züleyha, ne yazık ki bir daha iyileşmemek üzere ruh sağlığını yitirdi.
Yusuflar mahalleden taşındıktan sonra, uzun bir süre boyunca, pencereden dünyayı izleyen Züleyha, belki bir gün gelir diye hep onun yolunu gözledi ve arada bir yoldan geçenlere de " hey, Yusuf'u tanıyor musun, gördün mü onu hiç" diye sorup durdu.
Ama Yusuf bir daha hiç gelmedi ve onun bir daha gelmeyeceğini anladıktan sonra saçlarını erkek tarşı kestirip, erkeler gibi giyinmeye başlayan, tespih sallayıp, sigara içmeye başlayan Züleyha da ne yazık ki bir daha iyileşemedi...