Temmuz sıcağı ortalığı kavururdu. Aşkımız ise sadece ikimizi. Bulduğumuz bir zeytinliğin gölgesinde ter atardık. Dinlenirdi kalbimiz. Oralı olmazdı kimseler. Bakmazlardı bize,zaten göremezlerdi isteselerde. Ezilmiş üzümlerden Kana kana içerdik aşk şarabını . Kurumuş dudaklarımız nihayete ererdi. Uzaklarda çalan bir yunan melodisi radyo dalgalarıyla dönüşürdü bir Türk bestesine. Nisiótika’dan semai’ye geçerdi tüm nağmeler. Bir kuşun kanat çırpınışıyla açardı tüm güller. Güzelliğini saklamazdı kem gözlerden. Güneş kızıla çalar deniz siyaha dönerdi akşam olunca. Ilık bir esinti ile tatlı tatlı ürperirdi içimiz. Çekilirdi sular yine de heybetinden sual olunmazdı. Deniz kabukları birer birer vururdu sahile. Yanında, şişe içine gizlenmiş isimsiz bir mektupta sürüklenirdi. Islanan mürekkepten denize dökülürdü, yarısı silinmiş kelimelerle, yarım kalmış kurumuş cümleler. Camı çatlamış eski bir köstekli saat gibi dururdu sanki zaman. Ne ileri alınır ne geri giderdi. İnadından ödün vermezdi akrep ile yelkovan. Ne gidene dön diyebilir ne de kalanı teselli ederdi..