Bir çok felsefik terimi bir kenara bırakırsak; gerçek benlik dediğimiz kendimizi aslında olduğumuz kişiyi gerçekten seviyor muyuz? Kendimizle barışık mıyız yoksa öyle mi görünüyoruz?
Aslında insan çok kırılgan ve zayıf .. ne kadar hassassa kendini o kadar koruma ihtiyacı duyuyor. Bu da etrafına duvar içinde duvar örmesine sebep oluyor. Bu insanın doğal bir savunma mekanizması.. Asıl önemli olan , zayıflıklarımızla tanınmaktan rahatsız olmamız. Bunda da haklıyız. Çünkü çevre ve değişen popülarite, kişilere önce insan olarak değil statü olarak bakmamıza neden oluyor. İnsani özellikler zayıflık belki yetersizlik olarak görülüyor. Her şey pırıltılı ve ihtişamlı olmalı gibi. Bir arının uçması, çimenin üzerine düşen çiğ, ferah bir esinti .. Bunlar çok da bir şey ifade etmiyor. İşte bu noktada insan da değişiyor, aslında doğasına karşı çıkıyor ve sorunsuz görünmek istiyor, hep mutlu ya da yeterli, mükemmel görünmeye çalışmak insanı iç dünyasında yoruyor. Karşımıza dışı parıldayan ama içleri süngerleşmiş canlılar çıkıyor. Oysa insanlar içinde barındıracağı vitaminlerle yani ruhlarına iyi bakarak belki kabuklarını da iyileştirebilir. Ama’sız, keşke’siz, olduğu gibi birbirlerini kabul ederlerse, dünya da daha iyi bir yere dönebilir.
(Not: Böyle bir yazı da , havalı cümleleri olan bir yazıya göre zayıf görünecektir :)