????????????
Yüreklerimiz kor bir alevin içinde can çekişirken, bedenlerimiz ateş çanağının içinde tepinir. Öyle ruhlar vardır ki her bir damarı kesik. Nefes alışı ızdırap, yaşaması güç...Onlar, acılarını kalplerinin en kuytu köşesine koyar, üstünü kara toprakla örterler. Dudakları mühürlenmiş gibi hiç bir ses çıkaramazlar. Yapabildikleri tek şey susmaktır. "Susmak" onlar için ızdırap, canları için kurtuluştur.
Bazı adamlar yara bırakır, bazı adamlar ise o yaraya merhem olabilmek için hem ruhunu hemde bedenini göz kırpmadan harcar...
Haydi gelin bugünde bir elma şekerine hayallerini sığdırmış, erguvan kokulu bir kadını okuyalım ????
***
Sisli havanın, İstanbulu etkisi altına aldığı bir günde genç adam hızlı adımlarla ilerliyor bir yandan da yağmurun ona bir an önce kavuşması için göğe lütufta bulunuyordu. Yağmur; onun ruhunu temizleyen keskin bir kılıç gibiydi. Akan her damla ruhundaki hiçliği boşluğa sarıyor adeta yüreğini temizliyordu. Göğün gürlemesiyle birlikte adımlarını durdurdu. Çiseleyen yağmur soluksuz yeryüzüne karışırken genç adam gözlerini yumdu ve kendini yağmura teslim etti. Adımları yağmurla dansa tutuşurken, kendi haline koca bir kahkaha attı. Yoldan geçenler adamın bu haline şaşırmadan edemiyor, herbirinin yüzüne bulaşıcı olan tebessüm yayılıyordu.
İşe ilk günden geç kalan bir doktor olmak istemediği için aynı zamanda hastanede çıkabilecek dedikoduları engellemek adına durdurduğu adımlarını hızlandırdı. Akıl hastanesinin koyu tabelasını gördüğünde yüzüne az önce ki tebessümü daha bir yayarak koşar adım hastanenin demir kapısından içeri girdi. Güvenliğe başını sallarken aynı karşılığı güvenlikten alamaması onun hayıflanmasına sebep olmuştu.
Gülmek, mutlu olmak her canlının hakkıydı. Onun vazgeçilemez hayat felsefesi her şeye rağmen gülmekti. Gülmek bulaşıcıydı. Fakat bazı ruhlara gülmek hiç yakışmıyordu. Gülmek; o ruhları terk etmiş kara bir mühre boğmuştu. Adamın tavırlarını es geçerek yürümeye başladı. Yağmur hâlâ etkisini korurken kapıya bir kaç adım kalmıştı. İlk kez geldiği bu yeri tanımak adına gözleri etrafı turladı. Bunu şu havada yapmasına da ayrı bir sırıttı genç adam. Gözleri sağ taraftaki karartıyı görünce istemsizce kafasını oraya doğru çevirdi.
Oradaydı! Hayatın verdiği ipleri kendi tırnak uçlarıyla söken kadın... dizlerini kendine çekmiş, kollarını kendine sararak bankın üzerinde oturuyordu. Gözlerini gökyüzüne kapatmış, bedenini yağmura teslim eden kadın...
Genç adam, dikkatini çeken bu kıza doğru yürümeye başladı. Adımları ondan habersizce kadına doğru yol alırken, gök gürledi. Çiseleyen yağmur kendini hızla gösterirken gökyüzünün bu ani değişimine şaşırdı Murat. Ne zaman yağmur hızını artırsa bir kadının ağladığını hisseder bu yüzden bazen yağmurdan nefret ederdi.
Adımları bankın bir kaç santim ötesinde dururken, gözleri genç kızın saman sarısı saçlarını seyre çıktı. Kalbi hızla atarken göğüs kafesi kırılacakmış hissi yayıyordu. Elini sol göğsüne bastırıp susması için yalvarır gibi bastırdı. Peki ya bedeninin ve aynı zamanda ruhunun bu kadın karşısında ani değişimide neyin nesiydi? Hissettiği neydi ?
Kafasını sağa sola sallayarak bu düşünceden sıyrıldı. Fakat kalbî hızını hâlâ koruyordu. Bir kaç adımdan sonra genç kızın karşısında durdu. Ne diyeceğini bilemeden, yüreğinden boğazına düşen yumruğu engellemek ister gibi hafifçe öksürdü. İşte o an açtı genç kız gözlerini. O gözler genç adama baharın müjdesi, ruhunun derinliklerinde sakladığı hatıralar... Altında ezildiği duygular. O gözler siyah beyaz sayfalara kazınmış altın misaliydi. Genç adam konuşmak isterken dudakları iflas etmiş gibi kelimeleri bastırarak kalbine ağırlığını koyuyordu. Mühürlenen dilini zar zor açarak fısıltıyla,
"Merhaba,"dedi.
Genç kadın adamın gözlerinden bakışlarını çevirerek gözlerini tekrardan yumdu. Gökyüzüyle bağını ve sessizliğini kimsenin bozamadığı bu yerde bu adam ne hakla konuşuyordu. Adamın tavırlarına iç geçirerek, kendi iç dünyasının kapılarına doğru yürümeye çıktı genç kız. Ruhunun acılı taraflarını hiçe sayarak yine ve yine sessizce oturdu.
Genç adamın içindeki çocuk köşeye umutsuzca çekilirken, gözleri bulutlandı. Bütün cesaretini toplayıp tekrar dudaklarını aralayıp,
"Ben Murat," dedi. Bu sefer sesi daha bir gür daha bir kendinden emin çıkmıştı. Fakat genç kız adamın bu dediklerini görmezden ve duymazdan gelerek yerinden bile kımıldamadı. Genç adam buna daha bir üzülürken, içindeki merakta kalbini sarmıştı. Bir kere daha denemek için dudaklarını aralarken, ortalığa yayılan telefon zil sesi genç kızın yerinden zıplamasına sebep oldu. Korkuyla gözlerini açarken, adamın elinde ısrarla çalan telefona öfkeyle baktı. Hızla adamın elindeki telefonu alıp kaldırma attı. Arkasına bakmadan hırsla yürümeye başladı. Genç adam bu olanlara karşı hiçbir şey diyemeden öylece durdu genç kızın gidişini seyretti.
***
Genç kız pencerenin pervasızında oturup, bir eliyle dudaklarındaki kabukları söküyor bir yandanda sağ elini yağmur damlalarının ahengine teslim ediyordu.
Koridorda yayılan sert adımlar kalbinin hızla atmasına sebep olurken, derin derin nefes almaya başladı. Korku, kalbinde küçük sızılar bırakırken biraz sonra acının en yüksek dozunu vücudunun her bir köşesinde hissedecekti. Nefesini tutup, gözlerini yumdu. Kapı hızla açılırken yaralarının celladı gelmişti.
"Salak ! Sana orda oturmayacaksın demedim mi?" dedi kükreyerek kırklı yaşlarını devirmiş kadın.
Sesine karışan öfkesi katbe kat artarken, genç kıza yaklaşarak hızla bileğinden tutup soğuk zemine fırlattı. Acı inleme odayı ve koridoru esir alırken her zaman olduğu gibi yardımına kimse gelemedi. Yutkunmak bile onları acizete sürüklerken, soğuk nevari gibi koridorlarda boy gösteriyorlardı. Kimse acıyı görmüyor, kimse yaraları sarmıyordu. Kimse çığlıkları duymuyordu. Gözleri ve kalpleri mühürlenmiş insanlar...
Soğuk zemine yapışan suratı keskin bir çizik alırken, yara oluk oluk kanamaya başladı. Hâlâ yumduğu gözlerini açmaya korkuyor, kelimeler boğazında düğümleniyordu. Sahi o hiç konuşur muydu?
"Kalk." dedi celladın iplerini elinde tutmuş kadın.
Genç kız söylediklerini duymazdan gelerek ince parmaklarını yarasına götürdü. Sıvının sıcaklığı parmaklarını yakarken, gözyaşları usul usul akmaya başladı.
"Kalk dedim sana!"
Ağzından etrafa saçılan tükürükler eşliğinde bir kere daha genç kızın bileğinden tutarak ayağa kaldırdı. Sol yanağına attığı tokat darbe gibi yer yüzüne yığılırken, genç kızın acı feryatlarıyla hastane yerinden oynadı. Bu tokat; yaralarını kendi saran kadınların çaresiz sızılarıydı.
Öfkesi dinmiyor az önce soğuyan öfkenin yerine yenileri tomurcuk misali ekleniyordu. Sağ eli belindeki kemere gidince, genç kız hissetmiş gibi yatağın soğuk köşesine sığındı. İnen her bir kemerin sesi odada yankılanırken, gökyüzü için için ağladı, kalbinin köşesine sığınmış küçük kız çocuğu hıçkırıklara boğuldu.
Güçlüye yetemeyen darbeler güçsüzün bedeninde kol gezer. Acıya dayanamayan bedenler hiçliğe sürüklenir. Kalpleri mühürlenmiştir acıya sebep olanların. İnsanlığa dair tek bir ümit kırıntısı yoktur gözlerinde. Acıtmak onlar için hayata tutunma sebebidir. Fakat acıttıkları bedenlerin ahları gökyüzünden akan milyonlarca damlanın sessiz çığlıklarıdır. Her gök gürülediğinde bir yerlerde ızdıraba mahkum yaşayan kadınlar vardır. Göğü sevmez, yağmuru sevmezdi. Yeryüzü ıslanınca yağmura eşlik ederdi genç kız. Bir yerlerde ümidini kaybetmiş herbir kadın için önce kalbinin içine sonra bedenine akıtırdı gözyaşlarını.
Peki bir yerlerde onun için ağlayan birileri var mıydı?
Genç kızın bedeninde bıraktığı sayısız acıdan sonra hızla toparlanarak ayağa kalktı. Kemeri yerine takarken, kuru bir öksürük yaydı etrafa. Gözleri hâlâ öfkenin tohumlarını beslerken, kalbinde zerre merhamet izi yoktu. Soğuk kalbiyle birlikte yürümeye başladı. Kapıyı sertçe çarpıp genç kızı yaralarıyla baş başa bıraktı.
Sıkıştığı yerden yalpalayarak ayağa kalktı Ayşen. Paramparça olmuş kıyafetlerini değiştirmek için dolaba doğru yürüdü, attığı her bir adım daha çok acıtırken daha fazla ayakları onu tutamadı ve bir kere daha bedeni soğuk zeminle bütünleşti. Hıçkıra hıçkıra ağladı genç kız. O ağladı yağmur ağladı. O bağırdı gökyüzü gürledi. O yıkıldı dünya darmadağın oldu. Ve bir kere daha yara bırakan adamın izlerini bir kadın söktü tek tek...
***
Genç adam ilk günün verdiği yorgunlukla cam kenarında kahvesini yudumlarken aynı şekilde aklında beliren silüeti de bir türlü silemiyordu. Mavi gözler bu denli sarmışken etrafını... gözlerini yumup yutkundu. Sol göğsüne hançerini vurmuş kadın aklından silinmiyor, üstüne birde bütün zamanını alıyordu. Kapının vurulmasıyla daldığı düşüncelerden uzaklaşarak hızla kendine geldi.
Yüzünden sinsi gülümsemesiyle kapıda beliren bedene gülümseyerek yön verdi genç adam. Kadın koltuğa gelişi güzel yayılırken cümleleride beraberinde getirmişti. Sayısız sözcükten sonra genç adamın ellerinde olan gözlerini siyah harelerine çevirerek,
"Yeni hastanızla tanışmak ister misiniz? "dedi.
Genç adam derin bir nefes aldı ve başını sallayarak ayağa kalktı, kadına yol verirken kendisi de onun arkasından yürümeye başladı. Koridorlar sessiz çığlıkların hiçliğinde kaybolmuş gibi sessizliğe gömülüyken bir o kadar da hıçkıra hıçkıra ağlayan tavanlarla bağlıydı.
Sol koridoru da geçerek sağ tarafta bulunan en uç noktadaki odaya doğru yürüdüler. Kadın kapıyı hızla aralayarak içeri dalarken genç adam kalbinin bu denli hızlı atmasına affalamıştı. Bu şaşkınlığın üstüne aklından geçen siluet kendini daha belirgin yaparak, şuan karşısında durduğu yatakta göz kapaklarını sıkıca yummuş, uykunun kollarına sığınmıştı.
"Ayşen Özdemir."dedi kadın göz devirerek.
Dudaklarında beliren tebbesüm genç adamı hayallerinin uç noktasındaki birikintiye saldı.
***
Seni gördüm rüyamda bu sabah. Yan yana oturuyoruz sen itiyorsun beni, ama kızmadan; gülerek. Üzülüyorum, gittiğin için değil, seni itmeye zorlayan davranışıma üzülüyorum. Sızlanmayan, yakınmayan herhangi bir kadına davranır gibi davranıyorum sana; sessizliğinin ardındaki sesi- hem de bana seslenen sesi- duymadığıma üzülüyorum. Duymadım mı dersin? Duymuş da olsam, karşılık veremedim ya!
İlk rüyamda daha bitik, daha kötü ayrıldım yanından. Bir yerde okumuş olacağım, bir benzetiş geldi şimdi aklıma: " Ateşten örülmüş uzun yalımlardır sevgilim, dolaşır yeryüzünü, sarar beni. Ama sardıklarını değil, görmesini bilenleri sürükler ardından..."
Senin
( Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle "Senin" kaldı yalnız.)
"Kafka Milena'ya Mektuplar"
Akıl hastanesinin bahçesinde bulunan incir ağacının altında yan yana otururken Murat Kafka'nın aşk dolu satırlarını Ayşen'e okumuştu. Fakat tek bir iz bile yoktu gözlerinde genç kızın. Hayata küsmüş, darmadağın bir ruha sahip olan kadın hakkında bildiği tek şey; bedeninin bir başkası tarafından kullanılmış olduğuydu. Hastası hakkında ne kadar araştırma yaparsa yapsın bir türlü bulamıyordu bir şeyler. Ayşen onun için bir hastadan daha fazlasıydı.
Kendini anının güzelliğine bırakırken bu konu üzerinde sonra düşünürüm diye geçirdi içinden.
Dakikalar akrebi kovalarken saatler geçiyordu.
***
Günler geçiyordu genç adam kızın gözlerinde okyanusta boğulurcasına günleri kat ediyordu. Yüzdüğü okyanusun dalgalarıyla cebeleşirken bazen ise onun sakinliği bir nebze olsun yorgunluğunu dindiriyordu. Kıyısında dinlenircesine...
Bazen dışarda saatlerce oturuyor, bazen ise eline aldığı romanı onunla birlikte bitiriyordu. Sayısız yaranın kol gezdiği bu beden bütün duygularını toprağın çelimsiz suratına tükürmüştü. Yaptığı hiçbir şey işe yaramıyordu. Ona hayatı bahşedecek o ses, o gülüş ant içmiş gibi saklanıyordu her şeyden, ondan...
Bir kadını hayata susturacak, küstürecek neydi, kimdi?
Bütün gece düşündü. Uykularını genç kızın tebbesümüne harcadı. Bedenini o gözlere teslim etti. Fiziksel olarak yenik düşsede tek bir tebessüm ona yeniden doğmuş hissiyatı verecekti.
Bir iki saatlik uykuyla akıl hastanesinin yolunu tutarken, dün gece uzun uğraşlar sonucu bulduğu fikrini plana geçirecekti. Önce odasına uğrayıp bir kaç eşyasını bıraktı sonra genç kızın odasına doğru yol aldı.
Pencere kenarında oturan genç kıza usul adımlarla yürüyerek,
"Günaydın." dedi.
Yüzünde tek bir değişiklik yaşanmayan genç kıza yaklaşarak fısıltıyla,
"Seni bugün bir yere götüreceğim," dedi.
Genç kız bu söylediğine ani şaşırsada bunu belli etmeyerek yerinde oturmaya devam etti. Genç adam hızla askılıktan kabanı ve botlarını alarak dibine oturdu. Ayağındaki terliklerle yer değiştirdiği botların fermuarını çekerek genç kızın ellerinden tutup ayağa kaldırdı. Genç kız ellerini hızla kendine çekerken, Murat bu davranışına da sessiz kalmıştı.
Birlikte Murat'ın arabasına binerken, genç kız fazlasıyla tedirgindi. Kalbi hızla çarparken, bu tedirginlik, yıllar öncesine dayanan korkunun basamaklarıydı.
Bir saatlik yoldan sonra genç adam arabayı durdurdu. Torpidodaki fuları genç kıza uzatarak gözlerini işaret etti. Ayşen' in korkusu kalbini tüm acımasızlığıyla sarmıştı. Bunu kabul edemezdi. Yıllar öncesine hayallerini sığdırdığı elma şekerinin o acımasız tadı bir kere daha canını yakabilirdi. Hızla kafasını salladı.
Genç adam onun bu hareketlerine alışmıştı, sessini çıkartmayıp hüzünle tebessüm etti. Arabadan inerek genç kızın kapısını açıp elinden tuttu, yürümeye başladılar.
Bir kaç metre sonra etrafa yayılan kuş cıvıltıları dünyayla bağını koparırken, gökyüzünün maviliği genç kızın dudaklarındaki tebessümün sebebi oldu. Murat genç kadını soluksuz izlerken tebessümün bir kere daha bulaşıcı olduğu gerçeğini hatırladı.
Yeşil gölün üzerinde dolanan ördeklerin, tek tük kişi haricinde sakinliğiyle huzuru bahşedecek güzellikte bir yerdi burası. Küçükken ablasıyla canları sıkılınca dere kenarında piknik yaparlardı. Aklına gelen güzel anılar yüzündeki tebessümü daha bir belirgin yapıyordu.
20 yıl sonra genç kızın tebessümüne gökyüzü için için gülerken, bir kere de gülen kadınlar için döktü içini. Gürleyen gök, yeryüzüne birbir karışırken. Ayşen genç adama dönerek büyülü kelimelerini onun için söyledi,
"Teşekkür ederim."dedi.
Kulağına işleyen ince sesin büyüsüne karışırken bedeni, nefes almayı unuttuğunu farketti derince nefes aldı. Aynı tebessümle genç kıza ellerini uzattı.
Genç kız adamın ellerine anlamsızca bakarken, ne olduğunu anlamadan adam yağmurun altında dansa davet etti onu. Bedenleri yağmur damlalarının içinde hapsoluyor, her damla birer birer yılların acısını onlardan çekip koparıyordu.
Murat genç kızın gözlerinden akan yaşları farkedemeyecek kadar soyutlanmıştı yeryüzünden. Genç kızın dudaklarına yayılan hıçkırıkla kendine geldi. Adımlarını durdurup genç kadının gözlerine baktı. Sildiği her damlanın yerine bir yenisi katılırken genç adamın hareleride buğulanmıştı.
Genç kızın çenesinden tutarak gözlerine bakmasını sağladı. Muratı dökülen her damlada canı daha çok yanarken fısıltıyla,
"Anlat bana. Ne olur konuş benimle."dedi.
Genç kız hıçkırıklarıklar arasında kafasını sallayarak "Tamam." dedi.
Nisan 2001
Güneş tüm aydınlığını köye sunarken, karga sesleri sabahın erken saatlerinde sokakları dolduruyordu. Erkenden kalkan kadınların bazıları ahırlara bazıları ise tarlanın yolunu tutuyordu.
Eşlerine fedakarlıklarıyla tarihe iz bırakmış Anadolu kadınları yine kendilerinden bir parça vererek ailelerini ayakta tutuyorlardı. Tüm köy erkenden işini bitirmek için didiniyordu. Gece yapılacak kına için herkes çok heyecanlıydı. Baharın ilk düğününü herkes sabırsızlıkla bekliyor, gece kurtlarını dökebilmek için kazma kürek sallıyorlardı.
Aralarında gülüşen kadınlar, derin konuşmaya giren erkekler...
Genç kadın bugün biraz geç kalmıştı tarlaya. Hızla günlük elbiselerini giyerken aynı zamanda içerde oturan kızlarını da tembih ediyordu. Ayşen heycanla kapıya koşarken önündeki taşları göremeyip tökezledi annesi bu heyecanına anlam veremezken soluk soluğa,
"Anne bende gelebilir miyim." dedi.
Genç kadının kaşları çatılırken aynı dozda kafasını da salladı. Bu olumsuzluk Ayşe'nin tebessümünü soldururken, kadın umursamazca patikalı yolu yürümeye başladı. Arkasından küçük kızına bir çok şey söyleyip yoluna devam etti.
"Evden bir yere ayrılma!"dedi.
Gözleri bulutlanan Ayşen sol ayağını toprak zemine sert bir şekilde vurarak,
"Beni de bir kere götürsen ne olur sanki." dedi titrek ses tonuyla.
İçerden seslen ablasıyla iç dünyasından kopup içeri doğru yürüdü. Mutfak tezgahın önünde bir şeylerle uğraşan ablasına göz devirirken, kendini salondaki tek koltuğa gelişi güzel attı. Canı fazlasıyla sıkılıyordu. Melek olsaydı oyun oynardık diye geçirdi içinden. Fakat arkadaşının ona küstüğünü ve bu yüzden gelmediğini düşünüyordu. Gözleri doldu, dudakları titremeye başladı.
Köyde son zamanlarda sıklıkla kaybolan kız çocukları bütün köyü tedirgin ederken, bir çoğunun yüreğine kor bir ateşi bırakıyordu. Melekte onlardan biriydi. Haftalar önce dere kenarında saklambaç oynarken gizlendiği yerden bir daha çıkamamış, arkadaşları korkunca ailesini çağırmışlardı. Günlerce aranmıştı fakat tek bir ize bile rastlanmamıştı. Ayşen arkadaşının ona hâlâ oyun oynadığını düşünerek saatlerce ailesinden habersiz dere kenarında Melek'i aramıştı.
Olayın ne olduğunu idrak edemesede köy halkının bir yandan üzgün olmaları bir yandan da düğün için fazlasıyla telaş içinde olmaları onun bu çocuk yaşta bile kafasını karıştırıyordu. Büyüyünce hepsini anlayacağım dedi. Hatta belki Melek ile birlikte buluruz bunun nedenini. Ablasının içerdeki çığlığı korkmasına sebep olurken koltuktan düşmemek için son anda korumuştu kendini. Bu haline iç sesinin kahkahalarını duyarken ağzını kapatarak gülmeye başladı.
Bir eli belinde olan ablası salonda başında dikilirken, tek kaşını kaldırarak, "Ne yapıyorsun sen burda küçük hanım?" dedi.
Bu haliyle annesine çok benziyordu. Küçük kız ablasının bu haline daha bir gülerken, genç kızın sinirleri tebesindeydi. Eli terliklerine giderken, küçük kız bunu farkederek kapı eşiğinden hızla koştu. Kalçasına değen terliğin acısıyla yüzünü buruşturdu.
"Babam terzide seni bekliyor. Çabuk gidip gel, oyalanırsan bu sefer terlik kafana gelir," dedi bağırarak.
Gözlerini devirerek kalçasını ovdu. Patikalı yolu arşınlayarak düz yolda yürümeye başladı. Aynı zamanda dudaklarına yayılan şarkıyla birlikte seke seke babasının yolunu tuttu.
Henüz bir kaç dakika olmuştu yürüyeli. İlerden gelen hafif tombul, ellili yaşlarda olan adam, ona doğru yürümeye başladı. Hafif tedirgin olsada adama bakmayarak yoluna devam etti. Adam küçük kızın önünde durdu,
"Merhaba güzel kız."dedi.
Ayşen adamın sesiyle durup onun yüzüne baktı. Bu sorusuna cevap vermezken, adam cebinden çıkarttığı elma şekerini ona uzattı. Gözleri kocaman olurken, ağzı sulandı küçük kızın. Adam bunu farkederken önce tebessüm etti sonra elma şekerini daha bir yaklaştırarak,
"İster misin?" dedi.
Ayşen hızla kafasını sallayarak onun bu teklifini reddetti. Bir elma şekerinin tadından çok annesinin terliğini düşündü. Adam biraz daha yamacına sokularak, dizini toprak zemine dikti.
"Melek çok sever bunları değil mi?"
Gözleri parıldadı küçük kızın dakikalardır ısrarla konuşmazken adamın dudaklarından dökülen isim ile heyecanla,
"Evet "dedi.
Adam onun bu haline kahkaha atarak,
"İstersen onun yanına gidelim hem onsuz yemek istemezsin değil mi ?" dedi. Sol eliyle arka cebindeki elma şekerini çıkarırken,
"Bunu da Melek'e aldım." dedi.
Küçük kız hızla kafasını olumlu anlamda sallayarak onun uzattığı eli tuttu.
Birlikte düz yolun solundan aşağı doğru yürümeye başladılar. Yol boyunca sorduğu sorularla adamın sinirlerini zıplatıyordu. Adam derince soluyarak iri elleriyle avuçlarını daha bir hapsetti. Amacına ulaşmış olmanın verdiği heyecan gözlerinde ateşler çıkartırken görünen samanlığa doğru daha hızlı yürümeye başladı.
***
Samanlığa girerken arkasından kapıyı kilitleyip Ayşen'e doğru yürümeye başladı. Küçük kız adamın adımlarından ürkerek titrek bir ses ile,
"Melek nerde." dedi.
Adam buna kahkaha atarken üzerindeki gömleğin düğmelerini açmaya hazırlanıyordu. Hızla kendini soyarken, küçük kızın hıçkırıkları ardı ardına yayılıyordu etrafta. Ne duyan vardı ne bilen. Onun bu çığlıkları, çocukluğunu elinden alan son sesti.
Küçük kıza doğru yürüyüp elbiselerini yırtmaya başladı. Ona engel olmaya çalışan küçücük parmaklar koca bir cüsseye yenik düşerek pes etti. Usul usul akan gözyaşları samanları ıslatırken vicdanının hiçliğinde kaybolmuş adam sayısız darbeyi henüz dokuz yaşında olan küçük bir kız çocuğunun bedenine hapsediyordu. Gözleri yavaş yavaş kapandı. Ruhunu ve bedenini elinden alan adamın zevki tavanları arşılarken, gökyüzü kuru Anadolu'ya için için ağladı.
İşini bitirip elbiselerini giyerken küçük kızı samanların içine daha çok iterek üzerine bir kaç saman topunu attı. Hâlâ yağan yağmurun altında kolları dik bir şekilde az önce geldiği yolun sağ tarafından elleri ceplerinde yürüyerek uzaklaştı.
Ruhumuzu ararken kimi zaman kayboluyoruz. Neyi sevdiğimizi neyin canımızı acıttığını arar dururuz. Fakat bildiğimiz gerçek şu ki; yaşantılar farklı olsa bile acılar genelde aynı dozdadır. Çünkü bedenlere vurulan kelepçe aynı zamanda ruhu da esir alıyor.
Bir hayatı çalmak... küçük bir bedenden zevk alan adamın vicdanını yaralayan zerre merhamet yoktur yeryüzünde. Kalpleri mühürlenmiş, acıya dair tek bir iz yoktur gözlerinde. Cehennem ateşi yeryüzüne yağsa yine de küçücük bir bedenin çektiği o acının zerresini hissedemez onlar. Meleklerin binlerce lanetlerini, annelerin ahlarını boyunlarında taşırlar. Fakat bu ızdırap onların boyunundaki halkayı kalınlaştırmıyor. Ölüm bile kurtuluşken onlar için, aynı acının bedelini ölümle ödeyemezler. Haksızlık olur bedeninde sayısızca darbeden sonra yıkılan ruhlara...kelimelerin kifayetsiz kaldığı boşlukta yayılan ruhlar gibi çaresiziz.
***
Koca bir gün geçmişti fakat Ayşen'e dair tek bir iz bile yoktu. Kendisine kızıp odaya çekilip saatlerce ağlayan ablası. Bir eli ile yerine yenisi eklenen gözyaşlarını sürekli silen annesi... Keşkeler daima yaralardı.
"Keşke o gün babamın yanına ben gitseydim."
"Keşke o gün seni tarlaya götürseydim."
Keşkelerin acı tonu üzerimize yayılırken, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını da çoğu zaman kavrarız.
Saatlerdir kızından haber alamayan adam yıkılıp ahıra doğru yürümeye başladı. Jandarma onu eve gönderirken ne yapacağını, evdekilere ne diyeceğini bilmiyordu. Bu yüzden hızla ahıra gitmişti. Ahırda oylanmak için hayvanlarla ilgilenirken, biten saman için köşedeki çuvallardan bir tane alarak evin arkasında bulunan samanlığa doğru yürüdü.
Samanlığın kapısını aralayarak içeri girdi. Solunda bulunan yabayı eline alarak hızla samanları çuvala doldurmaya başladı. Ağzında az bir boşluk kalan çuvala bir yaba daha saman koymak için hızla samanların arasına daldırdı.
Yüreği ağzına gelirken gözyaşlarını tutamadı hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yabanın ucuna takılan sapsarı saçlardan tanımıştı küçük kızını. Dizlerinin üzerine çökerek elleriyle hızla kendine vurmaya başladı. Bağırıyor, çağırıyor için için yeryüzündeki bütün varlıklara haykırıyordu. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Yüreği hiçbir zaman bu kadar yanmamıştı.
Emekleyerek kızının yanına gitti. Elleri titreyerek kızının yüzündeki samanları itti. Ay yüzlü küçük kızın gözleri kapalıydı. Sapsarı yüzü buz gibiydi. Sesleri duyan karısı ve kızı hızla samanlığa dalarken, adamın kollarında cansız bir şekilde, çırılçıplak, kanlar içinde bulunan küçük kızını gördü kadın.
Ahları gökyüzünden akan milyonlarca damlanın sessiz çığlıkları, bütün köyü aleve verecek büyüklükte yankılanırken daha fazla dayanamadı ve olduğu yere yıkıldı. Bu anın şokuyla kitlenen genç kız gözlerini kız kardeşine dikerken yerinden kımıldamıyordu.
***
Bu acıyla yaşamak istemiyordu küçük kız. Bu köy bu aile bu nefes ona ağır geliyordu. Son anda yetişen babası sayesinde canı kurtulmuştu belki ama ruhu hiçbir zaman toparlanamayacaktı. Acısını unutturmak adına bütün ailesi seferber olsa da günden güne Ayşen eriyordu. Bir daha ne konuştu ne de tebessüme dair tek bir iz rastlandı yüzünde. Kasıklarına inen ağrıyı ilk günkü gibi hissediyor, bacaklarına yayılan kanın kokusu midesini bulandırıyordu.
Beş yıl geçmişti yaşadıklarının üzerinden fakat acısı samanlıkta hisettiği acının bir iğne ucu kadar bile azalmamıştı. 14 yaşında vücudunun çelimsizliği ve göz altlarının morluğuna rağmen güzelliğini koruyordu. Fakat mavi gözlerindeki boşluk daima onunla birlikte yol alıyordu.
Karar vermişti. Daha fazla bu acıyla yaşayamazdı. Bitmiş bir çocukluğu yeniden yaşayamazdı. Çocukluğunu hiç yaşamamış bir çocuk gençliği yaşayamazdı. Ayakları onu dere kenarına götürürken, yüzüne sahte bir tebessüm ekledi. Çocuk sesleri kulaklarını doldururken bu anıların altında eziliyordu.
Dereden gelen su sesleriyle biraz daha yaklaştı. Adımları taş yıkıntılarının önünde dururken biraz sonra apansızca akıp giden su onuda sürükleyecekti.
Kollarını açıp ileriye doğru uzattı kendini. Son adımını atacakken beline yerleşen kollarla amacı su yüzünde kalmıştı. Ayşen bir kere daha kurtulmuştu ölümden. Ölüm onu bu kadar mı istemiyordu?
Ailesi onun bu acısını bastıramıyordu. Bu yüzden kendine daha fazla zarar vermemek adına İstanbul da bulunan akıl hastanesine yatırdılar.
Ölüm ruhunu teslim etmek isteyen bir kadını istemiyordu. Belki de istediği tek bir kadın dahi olsa umudunu asla yitirmemesiydi. Umut mavi yeşil gözlerin hiçliğinde kaybolmuş olsa da muhakkak bir gün yeniden gün yüzüne çıkacaktı.

Murat yerde, hâlâ yağan yağmurun altında gözyaşları içinde genç kızı dinliyordu. Binlerce kez lanet etti aynı hemcinse sahip olan o adama. Binlerce ah etti küçük bir çocuğun hayallerini çalan o adama. Bir elma şekerine hayallerini sığdırmış, erguvan kokulu kadınlar için ağladı bir kerede. Gökyüzü ardı ardına şimşekler bağışlarlarken yeryüzüne ikisi soğuk betondan hıçkıra hıçkıra ağladı.
Son...
Yüreklerin sakladığı sessizliği çoğu zaman bedenleri esir alırken, bazıları ise çareyi gülmekte bulur. Onlar gülerek acıyı kuru toprağa gömerler, onlar susarak kuru toprak altında cebeleşen yaraları topuk ucuyla ezerler. Susmaları veya gülmeleri onların acısız oldukları veya güçsüz oldukları anlamına gelmiyor. Nerde susan bir kadın görsem yüreğim apansızca atmaya başlar. Gözlerindeki boşluğu doldurmak için her şeyimi veririm. Gülen kadınlar vardır, bize güçlü olduklarını gülerek gösterirler ama bilirim ki yürekleri cayır cayır yanar. Onlar öğrenmiştir acının üstünü kahkahakarıyla örtmeye. Gecenin karanlığı bedenlerini esir alırken, gerçek gün yüzüne çıkar. Bir tek onlar haykırır, gece susar... onlar ağlar duvarlar utanır... Uzandıkları yatak gözyaşları karşısında kül olmak ister. Tıpkı bizim gibi... Ben artık çok yoruldum, yorgunum. Biz neden sadece tek bir gün için acılarını paylaşıp susuyoruz. Bu kadar bencilliğin haddi hesabı yok.
Ayşenin hikayesi bir nevi gerçek. Köy bölümü hayal ürünü değildi. Çok küçükken her gece annem masal okurdu bize. Bir gün bir değişiklik olsun diyerek hem bize bir ders vermek hemde yabancılara karşı daha dikkatli olmamız adına anlatmıştı bunu. Bütün gece hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Yüzü gözümün önünden gitmiyordu. O kız ölmüştü fakat ben o kadar yaşamasını istiyordum ki onu daima hayallerimde yaşattım.
Bugün Ayşen'in canını çok acıttım. Belki bazılarınız üzüldü , bazılarınız ağladı, bazılarınız ise çok iç karartıcıda bulmuşta olabilir. Fakat ben ağlamaktan ziyade akan her gözyaşının bir umut olduğunu düşünüyorum.